Gözü Açılmış Bir Türk – 9








Yeni Sayfa 1




Sami yolda, arka koltuğa geçmiş uyukluyordu. Hulusi bey, Ankara girişinde
arabayı, Batıkent levhasına doğru döndürdüğünde, Sami gözlerini yeni açıyordu.



-Hulusi bey, şehir merkezine giden yoldan çıktınız.



-Biz, yolu takip etmek için değil, yol bizi hedefe götürmek için vardır.



-Haa !.... Şey, aslında anlamadım.



-O yol bizi Ankara şehir merkezine götürür ama biz oraya gitmeyeceğiz ki.



-Az daha gayret etsem anlayacakmışım, tüh !..



-Uykuyu almış gibisiniz.



-Ne demezsiniz. Beni boş verin de siz uykusuzluğa nasıl dayanıyorsunuz.



-Millet olarak epey uyumuşuz, birey olarak bari az uyuyalım.



Sami, koltukların arasından ön koltuğa zorlukla geçtikten sonra.



-Ben İstanbul’dan geliyoruz, sanıyordum ama siz Nirvana’dan galiba. Noldu ben
uyurken, benliğinize yolculuk yapıp, Nirvana’ya mı ulaştınız.



-Hayır çekirge.



-Ya Hulusi bey, gidiyoruz ama ben hala tam anlayamadım, ‘Tersine sorgu filan’
nedir.



-Az sonra bir sorgulama yapacağız. Nabza göre şerbet veren biri olduğundan,
bizim aleyhimize faaliyetlerini anlatmayacaktır.



Sami gülümsedi;



-Eee, siz sorgu yerine tersine olarak rica mı edeceksiniz ?



-Hayır, biz biz değil başkası gibi davranacağız.



Sami, açıklamayı yetersiz bulduğunu belli eder bir sitemle ellerini açtı;



-Bu gün zekam fışkırıyor, hemen anlıyorum. Biz biz olmayacağız, Nirvana’dan
gelen Tibet dervişleri olacağız, değil mi !



Hulusi bey, yüzündeki gülümseme ile kısa süre Sami’ye baktı, sonra ;



-Derviş değil, terörist olacağız.



Gece yarısı, bulutların gölgesinde ortalık iyice karanlıktı. Arabayı, sağ
taraftaki apartmanların arasına sürdü. Sessizce indiler. Sami, söze gerek
kalmadan Hulusi beyi takibe başladı. Geldikleri yolun sol tarafına geçtiler.
Sami Hipodroma doğru yöneldiklerini fark etti. Ana kapı yerine, geniş bir yarım
daire çizdikten sonra duvardan içeri girdiler. Sami, duraklamadan
ilerlemesinden, Hulusi beyin buluşma yerini daha önceden planladığını anladı.
Hulusi bey durdu, fısıldayarak;



-Elemanlarımdan Kürtçe bilenleri seçtim, sorgulayacağımız adamı inandırmak için
başta Kürtçe konuşacağız.



Sami gülümsedi;



-Hamidiye alaylarından mı seçtin elemanları.



Hulusi bey, birbirine düşürülmeye çalışılan Türk ve Kürtlerin, omuz omuza
savaşlarını acı acı düşündü;



-Hamidiye alaylarından, Çanakkale, Yemen , Trablusgarp cephelerinden, Kore’den,
Ermeni çetelerinin elinden sağ kurtulanlardan. Neyse, sen sadece dinle, ses
çıkarma. Gerçi mahkuma kulaklık taktık, sesimizi olduğundan farklı duyacak. Gün
gelir, karşı karşıya gelse bile sesimizi hatırlamasın diye.



- Kim olduğunu söylemediniz hala.



-Doğu bölgelerimizde gizli faaliyetler yürüten ABD Adana konsolosu.



-Farkında mısınız ! Abdülhamit’in bir öngörüşüyle yine çıktı karşımıza. ABD doğu
bölgelerimize, sanırım Erzurum’a konsolosluk açmak istemiş ama II.Abdülhamit
izin vermemiş, diye okumuştum.



Hulusi bey bir şey söylemedi, bakışlarına çöken bir hüzünle ileri baktı. Az
ilerdeki binaya doğru yürümeye başladılar. Saman artıklarının olduğu küçük bir
pencereden girerken, Sami zorlanarak geçti. Hulusi bey ise, Sami’nin şaşkın
bakışları arasında, kolayca tırmanıp, binanın içine atladı.



Sami;



-Direk giriyoruz, yanlışlıkla bizi vurmasınlar.



Hulusi bey, yakasına elini bastırdı, mavi bir ışık göründü.



-Az önce ışıkla sinyalleştik, sorun yok.



-Aaa, ben binaya doğru bakarken, çevreyi inceliyorsunuz sanıyordum.



-Endişelenme, bina da çok ender kullanılan bir bina. Büyük yarışlar olunca ancak
atlar konuyor, diğer zamanlarda sadece saman deposu.



- Gece güvenlikçi, bekçi filan gelmez mi ?



-At olmadıkça, saman için hiç gelmezler.



Binaya gelmişlerdi, karanlık bölgeden simsiyah giysileriyle zor seçilen biri
aniden yaklaştı. Sami heyecanlanırken, Hulusi bey sakince konuşmaya başladı;



- Sorgu için hazır mı ?



- İkisi de hazır efendim.



- İkisi de mi ! Şoförü de mi sorgulayacağız ?



-Telefon dinlemeleri arttı diye fazla bilgi veremedik, arabada üç kişilermiş.
Üzerinden çıkan belgelerde bazı gizli damgaları vardı. CIA ajanlarında
rastladığımız işaretlere de rastladık. Onu da başka odaya aldık.



-Tamam. O zaman vaktimiz daha da daralmış olabilir. Telefonlarını çaldıranlar
başlamıştır, hemen kapalı yapsaydınız.



-Efendim bu kısımda işimize gelen bir ayrıntı daha var. Yolculuklarda ya rahat
etmek için ya da özel bir görüşme yaptıkları için telefonlarını kapatmışlardı.



-Güzel, demek ki Adana’ya varma saatlerine kadar kimse endişelenip, aramayacak.
Telefonları ne yaptınız.



-Cep telefonları kapalıyken de dinleme cihazı görevi gördüğünden, konuşmaların
duyulmayacağı şekilde uzağa koyduk, işimiz bitince adamların yanına bırakacağız.



Hulusi bey, Sami’ye işaret etti;



-Sen hiç konuşmayacaksın. Sorgu başlayınca Osman seni yan odaya alacak ve
telsizden sorguyu dinleyip sana Türkçe’ye çevirecek.



Sorgu odasına alınırlar. Sami şişman, kel bir bürokrat tipi canlandırmıştı
gözünde. Ortada gözü bağlanmış, zayıf, uzun boylu olduğu belli olan biri vardı.
Dudakları endişeyle titriyordu. Başına acele bulunduğu belli, ağız kısmı
kesilmiş, büyük bir saman çuvalı geçirilmişti. Sami kulak kısımlarında da bir
delik açılıp, ilk defa gördüğü bir kulaklığın yerleştirildiğini fark etti. Bu az
önce öğrendiği, gelen sesleri farklılaştıran kulaklık olmalıydı.



Hulusi bey açıklamak gereği duyarak, Sami’ye tutuklunun bir fotoğrafını ve
alttaki açıklamayı gösterdi. Fotoğraftaki kibirli bakışlı adamın ABD Adana
konsolosu Eric Green olduğu yazıyordu. Gelen işaretle, sessizce başka odaya
geçtiler.



Hulusi bey, tutukluyu inandıracak bir ortam oluşturmak için, öncelikle
yanındakilere Kürtçe sorular sorup, yeni öğreniyormuş gibi bilgiler aldı.
Kürtçe’yi anlayıp anlamadığını tespit için de, tuzak cümleler kurdu ama Eric
Green’in endişeli tavrında önemli bir değişiklik olmadı.



Sonra sorguya geçti;



-Söyle bakalım, biz ABD’yi dost bilip destek vermişken, siz nasıl operasyon için
destek verir,Türk’lere yardım edersiniz.



Göreve geldiğinden beri Kürtçe lisanı az çok tanıyan, Eric Green, kim
olduklarını sormaktan vazgeçti. Titreyen sesine hakim olmaya çalışarak ;



-Yanlış bir iş yapıyorsunuz, biz sizin dostunuzuz.



-Öyle mi, öyleyse niçin destek verdiğinizi de açıklarsınız.



-Siz bu eylemi üstlerinizden habersiz mi yapıyorsunuz ?



-Soruları biz soracağız ama bunu niçin sordun merak ettim.



-Çünkü, komutanlarınızın haberi olsa buna izin vermezdi.



-O niye o ?



-Çünkü bizim yaptıklarımızın bütün açıklamalarını anlattık onlara.



-Eh . bir de bize anlatırsınız arık.



-Ama gizli bilgiler var.



Hulusi sesine bir öfke kattı;



-Adam gibi anlat, yoksa o bilgiler sadece sen de gizliyse, bize anlatmadığın her
şey seninle toprağa girer.



-Durun durun. Gizliliği, komutanlarınız biliyor, sizin bilmenizi istemeyebilir
diye.



-Bana bak, masal dinlemeye vaktimiz yok, başla…



-Siz bilirsiniz. Anlatacaklarımı benden duymadınız !



-Anlaaat !



-Bizim amacımız Türkiye’yi Peşmergelerle masaya oturtmak.



-Bizim örgütle değil yani.



-Sizin örgüt de kabul etti. Kuzey Irak’ta öncelikle Türkiye’nin tanıyacağı bir
Kürt devleti kurulsun, sonra Türkiye’yi bölmek daha kolay olur” diye sizin
liderler de kabul etti.



-Ha bende inandım.



-İnanın böyle.



-O zaman niçin Türk askerlerine uydu desteği verdiniz.



-Türkleri masaya oturtmak kolay değildi, kısa süre destek verdik ama diğer
yandan sizin çeteyi de…



-Çete mi !...



-Pardon, sizin örgütü de zaman zaman haberdar ettik.



-Buna nasıl inanalım ? Sakın liderlerinizi ara sor filan deme, şu anda mümkün
değil.



-Peki. Türk askerleri bizim umduğumuzdan hızlı olarak ilerledi. Böyle bir
ilerleme olunca, sizin liderlere haber verdik, örgütün çoğu elemanını bölgeden
uzaklaştırdı. Hatta Türk ordusu karşısında çatışacak toplu bir grup bulamayınca
dönmeye başladı.



-Noldu, hani ABD baskısıyla çekilmişlerdi.



-Aslında o konuda biz uyanıklık yaptık, yoksa koca orda bir günde karar alıp,
çekilemez değil mi !



-Yani ?



-Yani, uydudan ve çeşitli bilgi paylaşımlarımızdan Türk ordusunun çekilmeye
başladığını öğrenince, ‘ABD baskısı varmış da Türkler çekiliyormuş ‘ gibi bir
ortam oluşturmaya çalıştık. Sizin örgüte de, Irak’lı yetkililere de bu yönde
bilgi ilettik.



-Ha !.. bu çok güzel, böylece fırsatçıların ülkeyi karıştırmasını sağladınız.



-Ya da sazanların.



-Espri yapabildiğinize göre rahatladınız.



-Öyle olması gerekmez mi, aynı taraftayız.



-Biz bir sürü Kürt gencini kaybettik bu operasyonda, bunun tek sebebi sizin
planınız mıydı yani. Türkiye’yi masaya çekebilmek miydi ?



-Ama ne yapabilirdik ki, sizin liderler de belli bir kayıbı göze almışlardı ama
Türk silahlı kuvvetlerinin kış şartlarında böyle hızlı ilerleyebileceği hesaba
katılmamıştı.



-Demek örgüt liderleri bizim gençlerin ölümünü göze alabildiler ha, ne büyük
fedakarlık.



-Bir dakika, lütfen siz bölünen gruplardan mısınız, öyleyse bile bizi dost
görmeniz gerekir.



-Örgütten bölünenlerden mi ! Şimdilik bunu söylemeyeceğim, bilmen gerekmez.



-Ama biz Türkiye içindekilere de destek oluyoruz.



-Türkiye dışındakilerde, Suriye’den gelen Ermeni kökenlileri örgüte lider
yaptınız.



-Hayır hayır, biz örgüt içine karışmayız.



-Neyse, bu konuya sonra döneriz. Türkiye içindekilere nasıl destek oluyorsunuz,
açıkla bakalım.



Güneydoğu haritaları hazırladık. 1980’den beri mağaralar, sığınaklar hep bizim
sayemizde örgütün işine yarar hale geldi.



-Yok canım, niçin sizin bilginiz olsun ki ?



-Hem haritalarla destek olduk hem de helikopterlerle cephane, malzeme attık.



-Yani bizim kullandığımız sığınakları, mağaraları hep biliyorsunuz.



-Bilmesek nasıl helikopterlerle malzeme atalım.



Hulusi bey, yüzündeki acıyı sesine vermemeye çalışarak devam etti.



-Geçen yıl, 2006’da Türk’ler bir operasyon yaptı. Diyarbakır-Muş-Bingöl
üçgenindeki kampımızı bombalayıp, 14 militanımızı öldürdü.



-Şeyy… evet, duymuştum.



-Bazı gazetelerde, bunun ABD uydularından aldığı bilgileri Türklere iletmesiyle
olduğunu yazdı.



-Bunlar uydurma, niçin böyle bir şey yapalım ki.



-Yalan söyleme, gazeteciler bile öğrenecek de, doğuda görevli bir ABD
konsolosunun mu haberi olmayacak. Haberleri hatırlıyorum. 2006 mart ayında ABD
Genel kurmay başkanı Türk başbakanını ziyaret ediyor, o da hemen sonra kendi
Genel Kurmay başkanını görüşmeye çağırıyor. Hemen peşi sıra kalkan uçaklar da
kampı vuruyor.



-… ayrıntıları biliyorsunuz, ne desem boş. ABD’de birbirinden habersiz adım atan
teşkilatlar olabiliyor.



-Evet, çünkü olaydan sonra ABD açıklamıştı, Bu operasyon için Türklerle bilgi
paylaşıldığını. Gizlemeye çalışmanızı anlayamadım.



- O genel politikamızın dışında, yanlış atılmış bir adımdı. Biz hemen
yöneticilere bilgiler göndererek düzeltilmesi gereken bir hata olduğunu söyledik
ve …



-.Evet, ‘ve…’



-Sizin örgüte de Türk askerleri hakkında uydu bilgileri ilettik.



-Ayrıntısını anlat.



-Pekala, bu olay bir yanlış adım olduğundan hemen cenazelerin kaldırılacağı
Diyarbakır’da örgüt sempatizanlarına ulaşıp destek sözü verdik. Sonra örgüte
Elazığ’dan yola çıkan bir askeri birliğin tuzağa düşürülmesini sağladık.



Hulusi bey, bu dinlediklerinin Şemdin Sakık’ın web sitesinden okuduklarıyla
birebir örtüşmeye başladığını fark etmişti.



Karşısındakilerin terörist örgütten olduğunu sanan Eric Green, anlatmaya devam
ediyordu;



-…askeri konvoydaki üst düzey subayların mayınla öldürülmesini sağladık.



-Sizin ilginiz olduğu nerden belli.



-Üst düzey komutanların önünde de, arkasında da koruma araçları vardı. Normal
bir mayın olsa öndeki araç çarpınca patlardı. Subaylar geçerken uzaktan
patlatıldı.



-Uzaktan ! Ne kadar uzaktan ?



-Olayı incelediyseniz öğrenmişsinizdir, nasıl yapıldığını bana da iletmediler
ama İsrail’in Filistinli liderlere suikast için kullandığı yönteme benziyordu.



-Yani ?



-Yani, sıradan bir örgüt mayınla belli bir arabayı vuramaz ve çok uzaktan mayını
ateşlemek uydu bağlantısı da gerektirebilir. Sanırım anında uydu görüntüsü
paylaşımı oldu ve mayın ateşlendi.



Hulusi bey, içi yandığı halde, olaydan hatırladıklarını söyledi;



-Bir albay ve bir binbaşı şe…(Şehit olmuştu diyecekti, kendini toparladı) şey…
ölmüştü de yaralılar da vardı sanırım.



-Evet bir yarbay ve bir asker de yaralanmıştı.



-Ben hâlâ dostluğunuza güvenemiyorum. İkili oynuyorsunuz gibi geliyor. Osman
Baydemir’i ziyaret edip ‘Arkanızdayız. ‘ demiştiniz ya …



-Evet, bu dostluğumuzun göstergesi.



-Birincisi ölen militanlarımızın hepsi Diyarbakır’lıydı, ikincisi bu olay çok
çabuk örgüt sitesinde duyuruldu, sanki ön hazırlık çoktan yapılmıştı.



-Yani bu örgütünüz içindeki bir sorun.



-Bekle, bitmedi… Üçüncüsü siz de hemen gidip terör örgütümüze sempati duyduğu,
militan cenazelerini belediye arabasıyla taşıttığı her yerde yazılıp çizilen
birine gidip, ‘Yanınızdayız’ diyorsunuz. Sonra da cenazelerin kalkması sırasında
halk ayaklanması deneniyor.



-Bunun bizimle ilgisi yok .



-Ve halktan 12 kişi ölüyor.



-Eğer bir anlaşma varsa, benim haberim yok. Örgütünüz bazen ses getirmek için
militanlarını feda edebiliyor.



-Geçenlerde Hakan Gülseven diye bir yazarın köşesini okumuştum. Amerikalıların
her gittiği yere kan götürdüğünü söylüyor. hatta şu cümlesi aklıma takılıyor;
“Bir bayrağın girdiği her yer mi kan kokar arkadaş ! “



Eric Green endişelenmeye başlamıştı ;



-Lütfen, biz dostunuzuz, size özgürlük getirmek için çabalıyoruz.



-Özgürlük mü ! Bahsettiğim yazının başlığı neydi biliyor musun! “Özgür Köpekler
Ülkesi” Niçin diye sormayacak mısın ? Sormazsın değil mi, çünkü biliyorsun,
Yazar şöyle açıklıyordu ; “ABD’nin girdiği ülkelerde insanlar değil, toplu
mezarları eşeleyen köpekler özgürdür “



-Lütfen, lütfen ama biz sizin için Kuzey Irak’ı Irak’tan koparmaya, size devlet
kurdurmaya çalışırken, Türk askerlerinin güzergahlarını size iletirken, sizin bu
konuşmalarınız hiç dostça değil. Türkleri sizlerle masaya oturmaya zorlarken.



-Bizlerle değil, Peşmergelerle, Barzani aşiretiyle.



-Aynı değil misiniz sanki ?



-Aynı olsaydık, kendi lehçelerini bırakıp Türkiye Kürtlerinin lehçelerini
yasaklarlar mıydı ?



-Hepsini değil canım.



-Hiç boşuna konuşmayın, onlar Kürtler için değil, kendi aşiretleri için mücadele
ediyorlar. Türkiye Kürtlerini ise, Türkiye ye karşı kullanabilecekleri birer
maşa olarak görüyorlar. Türkiye’yi birkaç kere bununla tehdit etmişlerdi. Yani
buradaki Kürtlerin ne huzuru, ne canı önemli değil onlar için.



Elemanlarından biri, elinde bir cihazla içeri girdi, Hulusi beyin kulağına bir
şeyler fısıldadı. Hulusi bey;



-Yan tarafta da bir elemanın varmış, konuşturamamışlar ama üzerinden bir kaset
çıkmış. ‘Çok gizli yazıyormuş’ dinleyelim istersen. Belki ilginç bir şeyler
çıkar.



İlk defa gördükleri bir kaset çalar tipiydi, dinlemeye başladılar.







- Türkiye’nin bizi bu kadar uğraştırması yönetimin hoşuna gitmiyor.



- Kendilerini aciz bir ülke konumunda hissetmeleri, her şeye baş eğmeleri için
ne gerekirse yaptık.



- Çuval olayını mı diyorsunuz hâlâ, onun yarardan çok zararı oldu, bize karşı
tepkiyi artırdı.



- Çuvaldan önce de çok baskı yapmıştık ama direndiler. Şu anda da dost görünüp,
Afganistan’a asker vermesi için çabalıyoruz ama yine kabullenmediler.



- Ya diğer konu.



- O konuda yakın bir çözüm görünmüyor. Bizim İran’la savaşmamız için bir
sebebimiz yok diyorlar.



- yani bir savaş durumunda yanımızda olmayacaklar.



- Yanımızda olmak istemedikleri gibi, Irak savaşındaki gibi üs desteği de
vermeyecekler.



- Yazıklar olsun, 1. Dünya savaşında Almanların yaptığı gibi bir tuzak da mı
yapamıyorsunuz ?



- Efendim açıkçası bize verilen emirler gerçeğe uygun değil.



- ???



- Ne demek istiyorsun ?



- Bazı raporlarımızın üstlere ulaşmadan yok edildiğine dair bilgiler geliyor
kulağımıza, yetkimizi aşıp sorgulayamıyoruz. izin verirseniz bir ayrıntıyı
tekrarlayım.



- Evet ?



- Şu anda önceliğimiz, İran’a saldırı veya bu saldırı için Türkiye’nin desteğini
almak olmamalı, çünkü bu sonuç almanın kolay olmayacağı aşikar ve uzun sürecek
bir hedef.



- Hedeflere giden yol tek değildir.



- İran kaynaklı terör olayları da şu anda inandırıcı gelmez kimseye. İran’ın
başı dertteyken, komşu ülkesinin düşmanlığına sebep olmak istemeyeceği aşikar.
Belki ilerde zemin oluşturabiliriz.



- Evet, raporundaki bir ayrıntıdan bahsediyordun.



- Evet, şu an ki hedefimiz, Türkiye’nin Kuzey Irak’ta kurulacak piyon bir
devleti, kukla bir hükümeti tanımasını sağlamalıyız. Bu çok önemli.



- Niçin öncelikli, niçin önemli ?



- Biliyorsunuz Türkiye’nin Musul, Kerkük petrollerinden kuruluşundan beri asla
vazgeçmediği bir hakkı var.



- Çıkacak petrollerden % 10 hakkını mı diyorsunuz. ABD’ye kafa tutamaz bu
konuda.



- Evet ama biz kukla bir yönetim bırakıp çekilince yine gerginlik olacaktır.
Oysa biz gittiğimizde bu sorunu halledip gidersek, bize hizmet edecek hükümet de
daha az sorun yaşar ve ülkemize petrol akışı, petrol geliri akışı daha rahat
olur.



- Halletmek mi ? Türkiye’ye tazminat mı vererek.



- Hayır yönetim bunu kabul etmez. Türkiye’yi terörden kurtarma karşılığında
Talabani ve Barzani aşiretleriyle anlaşmaya zorlayarak. Eğer onların kuracağı
bir Kuzey Irak hükümetini kabul ederse, Kerkük, Musul haklarından da ilk defa
resmen vazgeçmiş olacak.







Çıt sesiyle birlikte, kasetin sonuna geldikleri anlaşıldı. Hulusi ;



-Bu kaset epey işimize yarayacak, sayın Eric Green.



Eric Gren, üzgün görünüyordu ;



-Konuşmaların kasete alındığından haberim yoktu.



Hulusi bey öfkeli bir sesle;



-Sizin kime hayrınız olsun ki, bize olsun. Demek petrol için kukla bir devlet
asıl amacınız.



-Biraz gerçekçi olun, sizin de faydanıza.



-Atladığınız bir ayrıntı var, Peşmerge liderleri eskiden komünizmi savunurlardı,
Özal zamanı Türk dostu oldular, şimdi de size güvenip Saddam’dan hayatlarını
kurtaran Türk’lere düşmanlık yaptılar, Araplara karşı İsrail’le dostluk
kuruyorlar ama yarın size nasıl davranacaklarını sanıyorsunuz ki !.



-Biz sizi her zaman destekledik, biz hep özgürlükçü olduk.



-Az önce bahsettiğim yazıdaki gibi “sizin getirdiğiniz özgürlük, daima leş yiyen
köpeklere yarıyor.



-Yapmayın, doğru değil bu.



-Hangisi doğru değil, Filipin diktatörünü desteklediğiniz mi, Türkiye’de bir
sürü insan öldükten sonra yapılan darbelerde “Bizim çocuklar başardı” diye
konuşmalarınız mı? Saddam’ı Kuveyt’e saldırmaya sizin ikna ettiğiniz
söyleniyordu inanmıyordum ama sonradan gördüm ki, oralara asker göndermek için
de, Suudi Arabistan’ı da, Irak’ı da sömürmek için sizin böyle bahanelere
ihtiyacınız varmış. Saddam birkaç casusa inanıp da “ABD bizi destekliyor sanıp
Kuveyt’e girmeseydi, siz bu kadar rahat olamayacaktınız bu coğrafyada.



-Suudi Arabistan’ı mı ?



-Irak size saldıracak diye Suudi Arabistan’a asker silah yığışınızı, sonra da
Müslümanlara bombalar yağdırışınızı unutmak mümkün değil ama “Sizin için
kullandık” diye bu bombaların parasını Suudilerden almanız asla unutulacak şey
değil. Böylece bu savaşı destekleyenlerin başında bombalarını pazarlayan silah
tüccarlarının olduğu ortaya çıktı.



-Size inanamıyorum, ABD ile dost sanıyordum sizi, düşman gibisiniz.



-Bizim gençlerimizi kışkırtıp, sonra da hedef yapmanız dostluk mu !



-Biz bölgede dost bir ülke kurulsun diye uğraşıyoruz.



-Afganistan’ı da Ruslardan kurtarırken dosttunuz, ne oldu dostluğunuz. Bin
Laden’i Cia destekledi, Taliban’ı yine siz desteklediniz ne oldu. Özgür bir ülke
mi kurdunuz ?



Hulusi bey yanındakilere döndü;



-Diğer ABD’liyi de bu odaya getirin, zehirli gaz bombalarını atın.



-Hayır hayır !...



Onlar bağırırken, Hulusi bey Sami’nin odasına geçmişti.



-Konuştuğunuz konuların etkisindeyim hâlâ ama bu yaptığınızı yakıştıramadım.



-Neyi ?



-Attığınız zehirli bombaları !



Hulusi bey acı acı baktı;



-Onlar Irak’ta misket bombaları, zehirli kimyasallar denerken, halkı birbirine
düşürmek için bir Şii’ler için, bir Sunni’ler için kutsal yerleri bombalayıp
kenara çekilirken yakıştırabilmiş miydiniz ?



-Yazıklar olsun Hulusi bey, herkes kendine yakışanı yapar, o rezillikler onlara
yakışıyordu belki, o insanlıktan uzak haller onlara yakışıyordu ama bu sizin
yaptığınız !...



-Dediniz ya, “Herkes kendine yakışanı yapar !” biz de bize yakışanı yaptık,
korksunlar diye bayıltıcı gaz olduğunu söylemedik. Bayılınca arkadaşlar
arabalarına taşıyacak, sonra yol kenarına bırakacak, merak etme.



Yazan – Araştıran :  Ahmet
Ünal ÇAM  

ahmetunalcam@gmail.com  Yazılış : 10-Mart-2008 17:30






Yorumlar