10 NİSAN POLİS GÜNÜ

10 NİSAN POLİS GÜNÜ


Her yıl; Nisan ayının 10.uncu gününü içine alan hafta “POLİS HAFTASI” olarak kutlanmaktadır. Çünkü,10 Nisan Türk Polis Teşkilatının kuruluş günüdür.Türk Polis Teşkilatının Tarihçesinden bahsettikten sonra, 1987- 1989 yılları arasında İdealist bir Komiser Yardımcısı olarak Ağrı İlinin Taşlıçay İlçesinde 2. Bölge görevimi yaparken, hala aklıma geldikçe canımı acıtıp, gözlerimi yaşartan anımı da paylaşmak istiyorum.

Yeniçeri ocağının ortadan kaldırılmasından sonra, başkentte ve eyaletlerde zabıta hizmetleri eskisiyle kıyaslanmayacak derecede gelişmesine rağmen; bu hizmetler karışık ve ayrı ayrı kurumlara bağlı olarak yürütülmekteydi. Teşkilat ve yürütme alanındaki bu karışıklığı ortadan kaldırmak amacıyla, 10 Nisan 1845’te İstanbul’da ilk polis teşkilatı kurulmuş, görevleri ve yetkileri de yine aynı tarihte yayımlanan Polis Nizamnamesinde belirtilmiştir. Bu nedenle;

1845 tarihi, Türk Emniyet Teşkilatı açısından çok önemlidir. Çünkü bu tarihe kadar zabıta olarak nitelenen teşkilat; 10 Nisan 1845 tarihinden itibaren polis adı altında hayata geçmiş ve Emniyet Teşkilatının kuruluş günü olarak kabul edilmiştir.

Polis terimi, kökeni Yunanca ve Latince olan bir kelimedir. Yunanca politika, Latince politika kelimelerinden türemiştir. Eski Yunanlılar kendi şehir devletlerine polis ismini vermişlerdir..

Polis görevi itibariyle; asayişi, amme, şahıs tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini koruyan, halkın ırz can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatını temin eden, yardım isteyenlere, yardıma muhtaç olan çocuk, alil ve acizlere yardım eden, kanun ve nizamnamelerin kendisine verdiği vazifeleri yapan silahlı icra ve inzibat kuvvetidir. Kısaca polis, Devletin silahlı gücüdür.

Genel olarak polis, bir ülkenin sükûn, güvenlik ve düzenini sağlamak ve korumakla görevlidir. Bunu yerine getirirken önceden belirlenmiş müeyyidelere uymakla yükümlüdür.

Kısaca polis ve tarihçesinden bahsettikten sonra gelelim, şu 20 yıl önceki mesleki anımı anlatmaya;

Bir gün Taşlıçay Merkez Karakoluna gelerek bir kadının delirdiğini, tüm mahallenin camlarını kırdığını, önüne gelenleri taşladığını ileri süren şahsın şikâyeti üzerine, 2 polis memurunu olay yerine intikal için görevlendirdim. Görevli Polis Memurları olay yerine intikal ettiklerini, söz konusu şikâyetin doğru olduğunu, kadını karakola getirmeye çalıştıklarını telsizle bildirdiler. Uzunca bir zaman sonra adı Ayşe olan kadın ile kocasını karakola getirdiler. Kadını görünce böyle bir kadının delireceğine inanın inanamadım. Kocasından en az 20 cm uzun, yani oldukça uzun boylu, üstünde ayak bileklerine kadar uzanmış, belden pilili, bordo renginde kadife bir elbise, ayağında el örgüsü yün çorap ile lastik ayakkabı, başında ise kenarı oyalı beyaz bir tülbent içindeki o yüzün güzelliğini burada tarif edemiyorum. Hani, derler ya! Allah boş zamanında yaratmış diye. Aynen öyle. Kucağında ise, o soğukta belden aşağısında hiçbir giysi olmayan 11 aylık kızı Özlem vardı. Adını sorduğumuz da bile bir at gibi ürküyor, karakolu bir birine katıyordu. Biz de gerekli olan bilgiler kadının kocası Şükrü’ye sormamız neticesinde; kadının zaman zaman akli dengesinin bozulup saldırganlaştığını, Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde, her seferinde en az 3 ay yatarak tedavi gördüğü öyküsünü öğrendik. Bununla ilgili raporlarının olduğunu hastaneye yatmazsa çocuklarına bile zarar vereceğini de söyledi. Kocası bunları anlatırken kocasının üzerine yürüyüp onu tekmeliyor ve kucağındaki Özlem’i yere atmak için her hamle yapışında yüreğimizi ağzımıza getiriyordu. İlçe doktorunu karakola davet ederek kadının sakinleşmesi için sakinleştirici iğne yaptırdık. Ayşe, ben hemen eve gidip kızı Özlem’e giydirmesi için oğlum Hakan’ın kıyafetlerinden ve altına bez yapması için kullanmadığım çarşafı getirdiğimde sakinleşmişti. Özlem’i kucağıma alıp getirdiğim pijamayı giydirdim. Annesine de çarşafı bez yapmasını söyledim. Özlem, karnı acıkmıştır diye aldırdığım kaymaklı bisküviyi iştahla yerken, bir birimize göz kırparak sevgimizi belirtiyorduk.
Ayşe’yi, Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine göndereceğimiz işlemler devam ederken, en büyüğü 8 yaşında olan 6 çocuğu Çocuk Esirgeme Kurumuna yerleştirme işlemlerine de başladım. Yoksa çocuklar ortada kalacaktı. Ayşe’yi hastaneye gönderdikten birkaç gün sonra, Erzurum Çocuk Yuvasından çocukların 3 küçüğünü kabul ettiklerini belirten yazıyı aldık. Dünyalar benim oldu. Hiç olmazsa bakıma muhtaç olan küçük çocuklara bakılacaktı. Hemen Şükrü’ye haber gönderip çocukları alıp gelmesini söyledim. Çocukları ile karakola geldiğinde Özlem’in kafası sarılıydı, hemen kucağıma aldım. Babasına ne olduğunu sorduğumda, abisi kucağından düşürdü ama doktor bir şeyinin olmadığını söyledi. Dedi. Özlem, yine yemesi için aldırdığım kaymaklı bisküviyi yerken, akıl hastası da olsa bir annenin verdiği sevginin yerini tutmasa da, ona anne sevgisini vermeye çalıştım. Çocukları yuvaya götürecek yol parasını aramızda temin ettik. Şükrü’ye,Erzurum’dan dönünceye kadar da geride kalan çocuklarına, göz kulak olma sözünü verdim. İlk gittiğimde çocuklar, üstlerine kilitlenmiş kapının arkasında ağlıyorlardı. Ona, buna sorarken elinde anahtarla emanet edilen kadın gelip kapıyı açtı. Gördüğüm manzara korkunçtu. Bu kadar mı fakirlik olur? Orta da teneke gibi bir soba, yakacak yok, yiyecek yok, yemek yiyecek, kaşık çatal yok. Hemen eve gelip, yemek hazırlayıp onların karınlarını doyurmak için götürdüm. Babaları gelene kadar da, eksi kırk beş derece soğukta, kurtların, tilkilerin dolaştığı, o buz tutmuş Murat çayını düşe kalka geçerek günlerce o çocukları besleyip, o üşüyen ellerini, ayaklarını avuçlarımın içinde ısıttım. Hatta bir seferinde birisi bana bunu neden yaptığımı sordu. Her halde yaptığım empati neticesi duyarsız kalamıyorum. Ben bir anayım, benimde çocuğum var onları ben anlıyorum ama başkaları duyarsız kalabiliyorlar

Çocuklar yuvaya gittikten yaklaşık bir ay sonra, Erzurum Çocuk Yuvasından aldığımız yazıda; Küçük Özlem’in yuvaya gittikten bir hafta sonra öldüğünü, ölüm nedeninin yuvaya gelmeden önce düşmesinden dolayı kafatasının da çatlak olduğunu, 20 gün içinde alınmadığı takdirde, kimsesizler mezarına defin edileceğinin ailesine bildirilmesi isteniyordu. Sanki canımdan can kopmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Şu anda öyle ağlıyor ve o anı hala yaşıyorum. Karakola gelmesi için haber gönderdiğim babası Şükrü, akşam üzeri geldi. O bana ben ona bakıyorum belki yarım saat söyleyemedim. Sonra, Şükrü sana bir şey söyleyeceğim ama üzülmek yok deyip durumu anlattım. Karşımda o çaresiz insanın gözlerinden akan yaşları bir görseydiniz yüreginiz parçalanırdı. Fakirlik böyle bir şey…Onunla beraber hem ağlıyor hem de Özlem’in cenazesini getirmesi için masraflarını karşılayabileceğimizi söylüyordum. Yazı bize geç ulaştığından, Özlem bir hafta önce kimsesizler mezarlığına defin edilmişti. Özlem’i hiç unutmadım. Ne zaman kaymaklı bisküvi görsem, bana hemen Özlem’i hatırlatır. Annesi tedavi olup gelince, Özlem’in ölümünü, Allah verdi ve aldı diye kabullenmiş ve hiç ağlamamış. Belkide aldığı ilaçların etkisinden.Şükrü bir ağanın yanına taşınıp çoban olmuş. Görevim bitip geldikten sonra, uzun zaman onların iyi haberlerini aldım. Şu an ne yapıyorlar bilmiyorum. Çocuklar büyüyüp beklide evlenip yurt yuva sahibi olmuşlardır… Benim ve diğer polis arkadaşlarımızın nice böyle hüzünlü anıları vardır. Görevimizden dolayı yaşadığımız bu durumları ailemize bile paylaşmayız.

Büyük Önder Atatürk’ün söylediği gibi polis, bir asker kadar disiplinli, hukukçu kadar hukuk adamı, bir anne kadar da şefkatli olmalıdır. Güç; sahip olunan yetki ve silah değildir. Bilgi ve şefkattir.

Emniyet Teşkilatı Mensuplarının Polis Haftasını kutlarken, aziz şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.Toplumun huzur ve sükunu için gece gündüz görev yapan bu onurlu mesleğin, onurlu ve gururlu mensupları, mesleğinin tüm zorluklarına rağmen yılmadan, bıkmadan, usanmadan görevini yapmaya devam etmekten vazgeçmiyeceklerdir… 10 Nisan 2009





Elveda TANIK
3.Sınıf Emniyet Müdürü

Yorumlar

  1. HÜLYA PALABIYIK12/4/09 20:51

    GERÇEKTEN ÇOK DUYGULANDIM. POLİSLERİN BU KADAR DUYGUSAL OLDUKLARINI BİLMEZDİM. ÇÜNKÜ SİLAHLARI OLDUĞU İÇİN HEP ONLARI SOĞUKKANLI OLARAK DÜŞÜNMÜŞÜMDÜR.

    YanıtlaSil
  2. Gerçekten çok güzel bir yazı... Çok Duygulandım... Tebrik Ederim...

    YanıtlaSil
  3. Harun Gün21/4/09 14:06

    Hayatın gerçek bir kesitini anlatan bu hikaye gerçekten okumaya değer. Bir an o olayı gözümde canlandırdım ve gözlerim doldu...

    YanıtlaSil
  4. Çok duygusal çok hüzünlendim.

    YanıtlaSil
  5. çok etkileyici.Çok duygulandım.Bilmediğimiz neler var.

    YanıtlaSil
  6. POLİSİN gerçek yüzü ne kadar sert ve katı görülseler dahi onlarda bir kalp taşıyor.Çok etkilendim zaten çok seviyordum polisleri şimdi daha çok seviyorum

    YanıtlaSil
  7. bende bir polis kardeşi olarak grur duydum çok etkilendim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder