Gözü Açılmış Bir Türk - 2

    Sami, Jack'ten öğrendiklerini kolay okunur bir öykü formatına sokup
gazetesindeki köşesinde yayınlamıştı. Şimdi, biraz da endişeyle tepkileri
bekliyordu. Sabahın erken saati olduğu halde fazla beklemedi, kapıdan asık
bir suratla yazı işleri müdürü girdi;


    -Sami bey aslında ben sizinle konuşmak istiyordum ama yazınızın
etkisi sanırım beni de aşacak ki, patron doğrudan aradı ve sizinle
konuşmak istiyor. Benim odamdan arayın.


    Sami, yazdıklarının arkasında da olsa, başını epey ağrıtacak bir
aşamanın başlayacağını biliyordu. Ayağa kalktı;


    -Şimdi burdan ararım müdür bey.


    -Anlamadınız sanırım, benim odamdan ve dinlemeye karşı parazit
korumalı olduğundan kırmızı telefonla aramanız gerekiyor.  


    Sami, olur manasında başını salladı. Odadan çıkmadan masasına 'veda
eder gibi' baktı. Koridor boyunca, yazı işleri müdürü kırgın/kızıgın bir
sesle konuştu durdu. Dalgın olan Sami bazı sözleri duyabiliyordu;


     -Sami bey, sizden böyle bir yazı beklemezdim. Neresini
eleştireceğimi şaşırdım. Sizin gibi aydın birinden hiç beklemediğim
şeyler. Açıkcası, size güvendiğim ve yazılarınızı denetim dışı tuttuğum
için kendimi suçlu hissediyorum. Fransız kolejlerinde yetişmiş,
Üniversitede Fransızca öğretmeni olmuş, aydın biri olarak gördüğüm siz...,
siz...


     -Sami, cevap vermesinin boş olduğunu düşündü. Çünkü müdürün
sözlerinden net bir eleştiri yoktu. İçi boş cümlelere cevap vermek, uzun
süredir kendisine ağır geliyordu. Hem, patron aradığına göre, patronla
görüşmesi gazetedeki konumunu netleştirecekti zaten.


     Müdürün, yazılanları yorumlamak/eleştirmekten çok, kendi görevinin
sallantıda olmasından, hatta işinden olmaktan korktuğunu anlıyordu. Müdür
söylenerek telefonun başına geçti, numarayı çevirdi.


     -Evet efendim, yanımda şu anda. Tamam efendim.


     Endişeli bakışlarla telefonu uzattı "Özür dile, düzelteceğiz de"


     -Buyrun Aydın bey.


     -Sami bey, sizin yazılarınız bizim için guru kaynağıydı,
gazetemizin batıya bakan yüzünü temsil ediyordu.


     Sami, lafın nereye gideceğini anladığı halde "-Teşekkür ederim."
dedi. Patron, ses tonunu sertleştirerek devam etti;


     -Fakat bu son yazınız, herşeyi yıktı.


     -Ben, yanlış bir şey yazdığımı sanmıyorum.


     -Sami bey, biz ticari bir kuruluşuz, unutmayınız. Bu son
yazdığınız yazı, bize reklam veren kuruluşların çoğunun hoşuna gidecek bir
yazı değil, bu 1. Ayrıca, özellikle Avrupa ülkelerinin ve ABD'nin aleyhine
yazdığınız noktalar bizi sıkıntıya sokacaktır 2, başörtüsü gericilerin
simgesiyken, hatta siz de bu konuda modern, Avrupai yorumlar yazmışken,
birden bire "Kurtuluş Savaşında'ki başörülüler' , 'Sütçü İmam' filan
demeniz kendi silahımızla, kendimize ateş açmaktır 3.


     -Yazdıklarımda doğru olmayan nedir ?


     -Bakın, sizi sevdiğim için bir kalemde silip atmıyorum,
eleştirilere gögüz germek, bir dahaki yazılarınızda ortamı
yumuşatacağınıza inanmak istiyorum ki, bu nedenle bu sorunuza cevap
vereyim; İngilizlerin meşhur bir sözü vardır; "İngiltere'nin dostları
değil, menfaatleri vardır" demişler. Bizim de haklılık aramamız yeterli
değil. Güçlü olanlar var ve onların beğenmediği söylemleri savunursak, ne
olduğumuzu anlamadan kendimizi bir sürü suçlamayla mahkemelerde buluruz.


     -Aydın bey, sizin için ticaret önce gelebilir ama ben böyle
düşünmek zorunda değilim. Öğretmen ve gazeteci kimliğimle, inandıklarımı
yazmamdır benim için önemli olan.


     -Biz de vatan haini değiliz herhalde Sami bey ama günümüz
şartlarında aklımızdan her geçeni söylemek yetkimiz de yok. Unutmayın ki
artık dünya global bir köy haline geldi. Bizim gibi çok satan bir
gazetenin atacağı bir yanlış adım da, ülkemizi Fransa ile, ABD ile ters
düşürebilir. Açıkcası bu konuda beni arayıp, 'yazınızı düzeltin' diye
şimdilik kibarca uyarılar gelmeye başladı. Ben de, yarınki gazetemizde
düzelteceğimize dair güvence verdim.


    -Aydın bey, inanın ki bu yazı bir anlık öfkeyle yazdığım bir yazı
değil. Her ne kadar olanlar yaşanmış olsa da,  daha önce üstün kör
baktığım konuları tekrar ve ayrıntılarıyla inceledim. ABD'nin terör
örgütlerini desteklediğini filan yazdım diye çekiniyorsanız, çekinmeyin
çünkü doğru, Fransa'dan çekiniyorsanız, çekinmeyin çünkü onlar da bize
Ermeni katliamı yalanınıyla baskı yaparken, Cezayir'de, Ruanda'da
yaptıkları katliamları kanı hala ellerinde. Bize düşman olurlar diye
çekiniyorsanız, merak etmeyin zaten düşmanlar. Yıllardır Avrupa Birliği
mücadelemizde ne kadar dost olduklarını gördük.


     Sami'nin heyacanlı konuşurken, artık öfkeli, bağırır gibi
konuşması, yazı işleri müdürü Hakan beyi telaşlandırmıştı. Karşısına
geçmiş, sakin olmasını işaret edip duruyordu.


     Aydın, ses tonunu değiştirdi. Yorgun bir sesle;


     -Sami bey, yazdıklarınızın hangi mecralara uzanacağını yeterince
hesaplayamıyorsunuz sanırım. Bu ülkede oturmuş bir düzen var ve
resmi/gayri resmi bazı kuruluşlar var. Bu ülkede gazeteci ölümleri var.


     -Bu bir tehdit mi ?


     -Evet, bu bir tehdit ama kesinlikle benden değil Sami bey.
Telefonumuz dinlenemediği için samimi söylüyorum, bana değişik yerlerden
uyarılar geldi ve bazı uyarılar beni gazetem için olduğu kadar sizin için
de endişeye sevketti.


     -Gazeteciler tehditle yazı yazacaksa...(hafif bir sesle de olsa,
Aydın beyin acı acı güldüğünü duydu) niçin güldünüz ?


     -Tehditle dediniz, oysa tamamen ısmarlama yazan 'BÜYÜK'
yazarlarımız var.


     -??


     -Neyse Sami bey, beni arayan bazı önemli kişiler, takma isminiz
yerine gerçek isminizi de istedi. Ben, medyadaki gücümü kullanarak, size
ulaşmalarını geçici olarak engelledim, süre istedim. Önce sizinle konuşmak
için vakit kazanmaya çalıştım. Sonuçta sizinle görüşmek isteyenler vardı.
Ve sizin için akşama bir toplantı ayarladım. Güvenliğinizden emin olmak
için ben de katılacağımı söyledim, biraz nazlansalar da sorun
çıkarmadılar. Sanırım şimdilik bir araştırma niyetindeler sadece.


     Sami, böyle birşeyi bekliyormuş gibi 'Olur' dedi sadece. Aydın,
biraz da koruma iç güdüsüyle;


     -Öldürülen gazeteciler mevzunu aklından çıkarma, pek sivrilme. Şu
anda birşey yapmasalar da, başka bir konuyla ilgili görünmesini
sağlayacak, hedef saptıracak bir ortam bulduklarında...


     -Uğur Mumcu gibi mi !


     -... gerçekten araştırmalara başlamışsın sanırım.


     -Siz daha iyi bilirsiniz eminim ama gördüğüm kadarıyla Uğur Mumcu,
dinciler tarafından değil de, terör örgütlerinin ticari bağlantılarını
araştırırken, güçlü kişilere ulaştığını keşfedince, hatta bağlantıların
taa....


     -Yeterli Sami bey, telefonumuz dinlenmiyor diyorum ama teknolojisi
bizden iyi olup, bizim tedbirlerimizi aşanlar olabilir. Ben ise yaşlı ve
huzur arayan bir insanım, kahraman değil.


     -Herkes kendi huzurunu ararsa, birlik içinde güç olunmazsa, Arap
ülkelerine dönmez miyiz ?


     -Yani ?


     -Arapları küçük ülkeler bölüp, kimisini yokluğa mahkum
ettiklerini, kimi küçücük devletleri de daha kolay sömürmek için zengin
petrol kuyularına yerleştirdiklerini biliyorsunuzdur. Onları bekçi gibi
kullanan -zengi bekçi- yapan batılılar da, korkunç petrol anlaşmalarıyla
sömürmeye devam edip duruyorlar.


     - !!


     -Zenginliğiyle meşhur Brunei sultanı, bir Suudi Arabistan kralı
bağımsız olduklarını söyleseler kaç yazar ki !


     Aydın beyin yorgun bir sesle;


     -Akşam görüşürüz Sami bey.


     -Tamam, görüşürüz.


     Sami telefonu kapatırken, alnı ter içinde, ezik bir halde
koltuğuna gömülmüş yazı işleri müdürü Hakan beye baktı, gülümsedi;


     -Müsadenizle, yarın ki yazımı yetiştirmem lazım.


     Yazısını akşam, geç saatte telim ediyordu ama Hakan beyi yüzünde
beliren korku hoşuna gitmişti.


     ***             *** 


     Hava kararmaya başlamıştı, kapı çalınınca,  taslağını hazırladığı
köşe yazısını kaydedip, bilgisayar ekrarnını kapattı. Gelen Hakan beydi;


     -Sizi almak için gelen araba aşağıdaymış.


    Sami, "-Hemen iniyorum" deyip, küçük bir dosya elinde, kapıya
yöneldi. Hakan beyin, umut verici, yatıştırıcı bir cümle beklediğini
görmemezlikten geldi. Asansörden inip, dışarı çıktığında, siyah
camlarından içi görünmeyen arabayı gördü. Kapıcı, çekinerek sordu;
"-Patron ilk defa gazeteye geliyor ve sizi almaya geliyor Sami bey.
Hayırdır ?" Sami sadece gülümsedi, yürüdü. Patronla karşılaşacağını
sandığı araba boştu. Şöföre sormaya gerek duymadı, anlaşılan patron
arabayı göndermiş, kendisi toplantı yerinde bekliyordu.


     Şöför yol boyu ne konuşmuş, ne bir çift laf etmişti. Sami, şöförle
aralarındaki cam perdeyi inceliyordu, "Ne kadar sağlam görünüyor!" diye
mırıldandı. Camın sağlamlığını incelerken, araba birden ana yoldan orman
yoluna sapınca içine bir korkunun yayıldığını hissetti. Daha önce bu tür
arabaları duymuştu, arka tarafta içerden kapıları açamayan, tenha bir yere
götürülüp tek kurşunla susturulan adamları. Sakinliğini korumaya çalıştı,
hemen yolu inceledi. İlerdeki dönemeçe umutla baktı, içinden düşündü, "Tık
sesi gelmedi, şöför arka kapıları kitlemeyi unutmuş olabilir. Dönemeçte
hızı azalınca atlamam gerek". Eli kapının kolunda, yüzüne sakin bir ifade
vermeye çalışarak uygun zamanı beklemeye başladı. "Patron uyarmıştı oysa,
bir de akıllı geçiniyorum".


     Araba dönemeçe yaklaştığında yavaşladı, kapıyı hızla açtı ama
dönemeçte gördükleri onu duraklattı. "Beni öldürmeyi planlasalar, patron
burda olmazdı".


     Hareket halindeyken, arka kapının açılma sesini duyan şöför, acı
bir fren yaptı; "Ne yapıyorsunuz, henüz araba durmadı ki ! " . Sami; "Özür
dilerim, dalmışım" deyip arabadan indi.


     Patronunun yanında, gizli teşkilatların göstergesi siyah giysili,
ciddi adamlar bekliyordu. üstelik bunların, çelik gibi pazulu, tabanca,
bıçak gibi ölümcül silahlarla hazır olmasını bekliyordu. Gülümsedi, bu
gülümsemesinin sebebinin , beklediği tipte adamlar olmaması mı, yoksa
babacan bakışlarla kendisine gülümseyen, sevimli, orta yaşlı adam mı
olduğuna karar veremedi. Elini sıktı.


    -Hoşgeldiniz Sami bey.


    Patronu ciddiyetini koruyordu. Ormanın içindeki villaya doğru
yürüdüler. Patronun 'hoşgeldin' demyişi de, sevimli amcanın kendisini
tanıtmayışı da, huzursuzluğunun geçmesine engel oluyordu. 


     İçeri geçtikten sonra, konuya nasıl girildiğini bile anlamadan
kendisii bir tür sorgunun içinde buluvermişti Sami. Patronunun, "Beyfendi,
devletten" sözüne daha açıklayıcı bir cevap isteyecekti, vazgeçti. Sonuçta
çok gizli bir şey bilmiyor, elinde önemli bilgiler saklamıyordu. Köşe
yazılarıma eklemekten çekinmeyeceğim bir bilgiyi, burda paylaşmamamın da
bir sakıncası olamaz" diye kendini rahatlattı.


     -Sami bey, ben Hulisi. Yazınızı okuduk.


     Sami, "Hah.. tamam Hulisi Kentmen diye aklımda kalır" diye
düşündü, ciddiyetini korumaya çalıştı. Adam devam ediyordu;


     -... bazı konularda sizinle sohbet etmek istiyoruz.


     -Sorgulama değil yani.


     Patronunun kaşlarının çatıldığını yan gözle farketti. Diğer adam
sevimliliğni bırakmak niyetinde değildi;


-Hayır Sami bey, (gülümsedi) işkence
aşamasına henüz var. Neyse, öncelikli şunu sorayım, bunları gerçekten
yaşadınız mı?


-Evet ama çoğu gizli bilgi değilmiş zaten.


-Gizli değil ama ön plana çıkarılmayan,
gündeme getirilmeyen/getirtilmeyen konuları işlemişsiniz yazınızda.


-Öykümde


-Sırf öykü olarak görülse, fazla ses
getirmezdi ama güncel konulara değinmişsiniz ve bunu az satan gazetelerde
yazılsaydı yine ses getirmezdi, oysa sizin gazeteniz, Aydın beyin gazetesi
tirajı da, etkisi de yüksek bir gazete.


-Yani az satan bir gazetede çıksa bu kadar
sorun olmaz mıydı !


-Kesinlikle. Duydunuz mu bilmem, ‘Her
doğru her yerde söylenmez’ derler. Bir sözün söylenmesi için, doğru olması
yetmez, sonuçları önemlidir.


-Bunun sonucu kötü mü?


-Kötü olmasını engellemeye çalışacağız.
Şunu bilmenizi isteriz ki, en azından ben yazdıklarınızın çoğunun
doğruluğunu biliyorum, saygı duyuyorum. Ama bazı görünmez güç ilişkileri
ve görünmez mücadeleler var ülkemizde. Hatta bazı ülkeler, kendi
aralarındaki çatışmaları bile ülkemizde yapacak kadar pervasız.


-İran’lı bilim adamının İstanbul’da
kaybolması gibi mi.


-Onun gibi, İsrail’in ülkemiz üzerinden
Suriye’ye saldırmaya kalkması gibi, hatta İran’ın nükleer tesislerini
vurmayı palnlaması gibi.


-Şaka yapıyorsunuz sanırım.


-Maalesef ciddiyim. Bu kadar büyük
planların yapıldığı bir ortamda, ne biz sizi koruyabiliriz ne de ölümünüze
aldıran olur.


-Bu bilgileri niçin benle paylaşıyorsunuz.


-Birincisi, konuyla ilgili herkes bunları
biliyor, hatta bazı gazeteciler köşe yazılarında değindiler. İkincisi
büyük devletlerin desteklediği terör örgütlerinin gözünü kan bürüdü,
sivilleri de kapsayan büyük eylemlere hazırlanıyor.


-Bana düşeni anlamadım.


-Siz de suç unsuru olmadığına, sizi
tutuklayarak engeleyemeyeceğimize göre, açıklamamız gereken şu ki; 
Yazacaklarınız terör örgütlerini veya onu kullanan dış güçleri
tetikleyebilir.


-Bil ve sus.


-Çok güzel özetlediniz.


-Madem bilmem faydalı olacak, anlatmaya
devam edin.


-Neyi merak ediyorsunuz?


Sami odada bir köşede ilgisiz gibi oturan
iki elemana göz ucuyla baktıktan sonra;


-Mesela, nükleer savaş ihtimali bana pek
inandırıcı gelmedi.


-Evet bazı şeyler başta inandırıcı gelmez.
İşgalinden de önce bir gazeteci Irak'ın üçe bölünmek istendiğini yazmıştı,
kimse ciddiye almamıştı ama gidişat ortada. Neyse gelelim nükleer sava
ihtimaline, 6-Eylül-2007'de İsrail uçaklarının bizim sınırlarımıza uçak
yakıt tankı düşürmesi, yani hava sahamızı işgalinin ortaya çıkması ve buna
savunma yapmaya bile tenezzül etmemesi, basamaklardan sadece biriydi.
İsrail, havada yakıt nakli yoluyla uçaklarını uzun menzilli kullanma
denemesi yapıyordu. (http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=7164&y=IbrahimKaragul)
 Suriye’de birkaç eylemden sonra İran’a karşı uygulamaya karar
verilecekti. Bu eylemde Türkiye’nin desteği olmaması, Suriye’ye dostane
açıklamalar etkisini gösterdi (Aydın beye sitemli bir bakış atarak)
gazetelerimizde yer almasa da Suriye yönetimi Yıllardır iyi ilişkiler
içinde olduğu Yunanistan’ın tepkisine rağmen,KKTC ile feribot seferleri
başlattı. Neyse KKTC için çok önemli olsa da asıl konumuz başka,
6-Eylül’de israil’in hava sahamızı işgal ettiği gün, ABD’de ağır
silahlarla bir B-52 uçağı havalanmaya hazırlanıyordu, üstelik asıl yükü
nükleer bir bombaydı.


-Bunu nerden bilebilirsiniz ki ?


-Öncelikle Aydın beyden bize müsade
etmesini istiyorum. Aslında çok gizli bilgilere değinmesek de, bu
toplantıda olduğunun bilinmesi kayıt altına alınabilir, Sami beyi takip
eden birimlerin raporuna ismi girebilir.


Aydın bey, ayağa kalkarken sordu;


-Kimler kayıt altına alacak ki ?


-İstihbarat birimlerinde 'doruluğu bir kaç
yoldan teyit ettirme' vardır. Yani bana soracakları soruları, ayrıntıları,
benimle birlikte bulunan elemanlara da teyit ettiriler. Konuşmanın başında
odadan ayrıldığınızı arkadaşların görmesi, sizin için daha hayırlı olur.
Merak etmeyin, Sami beye dönüş bir araç temin edeceğim.


Aydın bey, odadan çıkarken Sami'ye dönerek
devam etti;


-ABD farklı bir devlettir, bazen kimseye
duyurmadan büyük harekatlar yaparlar, bazen de bir B-52’nin havalanması
gazetecilere ulaşıp, engellenir. Yani ABD gazetelerine bu bilgi sızınca,
belki de emrivakiyle başlatılacak bir nükleer savaş durmuş oldu.


-Bu devride bir nükleer savaşa kim cesaret
edebilir ki !


-Savaş ABD’de veya Avrupa’da olmayacaktı
ki ses getirsin. İsrail’le İran arasında gibi gösterilip, savaş alanı
olarak da ortadoğu, kısmen de Türkiye seçilmiş olacaktı.


-Nükleer savaş ihtimali bile korkutuyor
ama öncelikle şunu sorayım, İsrail’in yakıt tankı Türkiye’ye düşmüştü ama
uçağın Suriye topraklarına bomba attığını okumuştum. Suriye niçin tepki
vermedi.


-Beklenen buydu zaten, Suriye’nin İsrail’e
saldırması. Bu Lübnan’da da denendi olmadı, şimdi de İsrail uçağının bomba
atmasıyla denendi. ABD askeri gücünün Suriye’ye karşı kullanılması için
haklı sebep/en azından kendi kamuoyunu susturacak bir sebep arıyor. Suriye
yönetimi de, bu tuzağı farkedip, çaresiz sustu.


 -Bu arada Türkiye’yi hesaba katan yok.


-Türkiye’den aykırı ses yükselirse diye
her zaman tedbirleri vardır. 'Emniyet güçlerimiz c3 ve c4’ ler ele
geçirdi' diye bir haber gözünüze takıldı mı bilmem.


-Görmüş ve sevinmiştim.


-İşte bizim, sizin kadar sevinememizin
sebebi de şu, " Biz bombaların hepsini yakalayabildik mi! Yoksa günü
geldiğinde Türkiye'yi cezalandırmak için bir yerde depolanmış mı ? " . ABD
ısrarla bizi terör örgütüyle anlaşma yapmaya, af çıkarmaya zorluyor. Bunu
bizi veya onları sevdiğinden çok, İran’a karşı kullanacağı teröristlere
destek için istiyor. Biliyorsunuz, batı için kötü terörist vardır, bir de
işlerine yarayan cici terörist vardır. Yani, bizi yola getirmek için
birkaç  Irak’ta kaybolan ve Türkiye’ye sokulduğu düşünülen bombaların,
Türkiye’nin kalabalık şehirlerinde ortaya çıkarılmasından korkuyoruz.
Ortaya çıktığında, bunları ABD ve İsrail’in Irak üzerinden Türkiye’ye
getirdiğini de bilsek de ispatlayamayız, taşeronlar var.


-Bunlar oldukça ciddi konular ama daha çok
emniyet güçlerini ilgilendirir. Ben başka bir konuda da sormak istiyorum.
Ülke olarak bize karşı yapılan suçlamalara, engellemelere veya terörü
destekleyen ülkelere niye yeterli cevabı vermiyoruz? Eminim bilginiz
vardır.


-Hangi konuda, terör mü öncelikli
soruyorsunuz ?


-Teröristleri İran'a karşı kullanmak için
bizi önemsemediklerini söylemiştiniz. Ermeni tasarıları konusunda da ciddi
bir adım göremedim.


-Aslında ele aldığınız konularda ve ilgili
ülkelerle ilginç bir bağlantı var. Bizim hayrımız dokunan her ülke, her
millet şimdi bize çelme takıyor.


-Nasıl ? Anlayamadım.


-Ermenilerle tarihten gelen bir
dostluğumuz vardı. En rahat, huzurlu, güvenli tarih süreçlerini Türk
ülkelerinde gerçekten dostane yşadılar. Hatta Osmanlı da onlara 'Emin'
payesi verilmişti. Sanatta, doktorlukta önde geliyorlardı. Ta ki, Rusya ve
İngilterenin kışkırtmasıyla, silah vermesiyle çeteler oluşturup, batıda
savaş halindeki Osman'lıyı doğuda, zayıf noktalarında vurmaya kalkmalarına
kadar sürdü bu güzel ilişkiler. Eğer Ermeniler kışkırtmalara kapılmasaydı,
Türk köylerine saldırılar yapmasalardı, hala en güvenilir dostumuz olarak
anacaktık. Maalesef olmadı ki, halâ batının kışkırtmlarıyla, zorunlu göç
olayını, soykırım diye göstermeye çalışıyorla.


-Evet, başka hangi dostlarımız çelme
takmaya başladı.


-Atalarını İspanya'da katliamdan
kurtardığımız İsrail, şimdi bizim aleyhimize işler çeviriyor. Saddam'ın
katliamından kurtardığımız Peşmergeler, askerlerimize tuzak kuruyor.
Kore'de, Çin askerlerinin kuşattığı, imha edilmek üzere olan ABD ordusunu
da, Türk birlikleri mucizevi bir başarıyla kurtarmıştı. ABD ordu komutanı
en büyük kahramanlık nişanlarını Türk birliğine vermiş, teşekkür etmişti.
Şimdi bizim insanlarımızı öldüren teröristlerde ABD silahları çıkıyor. 


- Bir şairin dediği gibi
" Kime hayrım olduysa, gördüm
ihanetini " 


Hulusi bey, bir an dalgınca öne egdi, arka
tarafta oturan adamın farketmemesine çalışarak fısıldadı;


-Başka tarafa bak, 05??6874712 bir sokak
telefonundan bunu ara.


Sonra konuşmaya kaldığı yerden devam
ediyormuş gibi;


-Sami bey, olayların ciddiyetini anladınız
sanırım. Evet sizden ricamız, ülkemiz aleyhine dönebilecek böyle önemli
konularda yazmamanız. Herşey bir kelebek etkisiyle çoğalabilir.


-Benim önemsiz, dikkat çekmeyen yazılarım
bile bir şeyleri tetikleyebilir.


Hulusi beyin dudaklarında acı bir
gülümseme dolaştı, yine kimseye belli etmemeye çalışarak fısıldadı;


-Merak etme, bizim aydınlarımız kolay
uyanmaz.


-Teşekkür ediyorum uyarılarınız için,
dikkat edeceğim.


- Arkadaşlar sizi istediğiniz yere kadar
bırakacaklar.


Vedalaştıktan sonra Sami çıkınca,Hulusi
bey rapor vermek için cep telefonundan bir numarayı çevirdi.


-Görev tamamlandı, yazar Sami ile iribat
kuruldu ve yönlendirme yapıldı.


-Yönlendirme en son ihtimaldi. Niçin
öncelik verdiniz ?


-Kendisi vatansever birisi,
öldürmek gerekmeyebileceği gibi, bizim basında gündeme gelmesini
istediğimiz konuları da aktardım. Tabi kuşkulanmaması için, yazmamasını
da rica ederek. Vatanseverliği ağır basıp yazacağına eminim.


-Bir şekilde ölüm emrini vermişsin zaten.
Sadece öldüren bizimkiler olmayacak.


-Koruma vermemiz gerekecek sanırım.


-Hayır, senden sonra başka gelişmeler
oldu. Devreye başkaları girdi, üstelik öfkeli ve gözü kararmış halde.
Bizim Kuzey Irak'ta yakalanan, Guantomo'ya götürülen üç ajanımızın teslimi
için Sami'yi teslim etmemizi şart koştular.


Hulusi bey, telaşlandı;


-Umarım reddetmişsinizdir.


-Reddetme imkanımız yoktu. İyi niyet
göstergesi olarak, casuslarımızı yakaladıklarını bile açıklamamışlar,
gizlice bize iletmişlerdi hatırlarsan.


-Bir vatanseverin teslim edilmesine izin
veremem.


-Bunu bize sormuyorlar bile, emir geldi.
Yabancı ülkeler bastırmasa bile, Türkiye'de de onu seven pek yok, iç
siyaset konusunda yazdıkları da bazı güçlü kişileri kızdırmış. Bir
kaybımız olmayacak zaten, sadece ölümünü süslememiz gerek.


Hulusi bey, cevabı tahmin ettiği
halde, sıkıntılıca sordu;


-Nasıl ?


-Hedef saptırmak için birşeyler yapmamız
gerekecek sadece. Mesela onun adına bir yazı yayınlatalım, bir örgüt
aleyhine filan cümleler olsun, sonra  bir tenhada öldürüp, o örgüte aitmiş
gibi bildiri yayınlatalım.


Hulusi bey, yorgunca "Tamam" dedi.
karşıdan soru geldi;


-Bu operasyondaki adın Hulusi miydi ?


-Evet...


-Yardımcının adı da Şevket !


-Evet.


-Şevket'i telefona verir misin?


Hulusi bey, telefonu arkadaşına uztıp,
biraz uzaklaştı. Konuşulanları duymasına gerek yoktu. Bu tür olayları daha
önce de yaşamıştı. Eğer kararsız kalırsa veya emredilecek zamanda Sami'yi
vurmaktan vazgeçerse, arkadaşı yedek olacak ve Sami'yi öldürecekti.


***


Hulusi bey, raporlarını verdikten sonra
arabasıyla eve doğru yola çıkmıştı. Bir süre önce başkası adına aldığı ve
kullanmadığı telefonu açtı. Bir kaç dakika sonra telefon çalmaya başladı.
Parlak ay ışığında caddeden kenara doğru süzüldü, arabayı, bir ağacın loş
gölgesine çekti. Arabadan inip telefonu açtı;


-Alo!


-Ben Sami.


-Merhaba Sami bey, nasılsınız?


-Teşekkür ederim, buyrun.


-Sami bey, biliyorsunuz ki, istihbarat
kuruluşları bile tek görüşteki insanlardan oluşmaz.


-Hımm ?


-Bizde de, size karşı farklı görüşler,
yaptırımlar...


-Cezalar...


-Kullanmak istemediğim kelime o değildi,
maalesef daha da kötüsü. Anladığınız gibi size yönelen bir tehdit var.
Zamanı hemen değil, önce...


-Yine soruyorum niçin bana anlatıyorsunuz,
bu da önceki konuşmanız gibi bir yönlendirme mi?


-Öncekinin yönlendirme lduğunu anladınız
demek.


-Hiç bir insan durup dururken, 'baksana
birşey söyleyeceğim, kimseye söyleme' demez. Bu günkü konuşmalarımızda
bir, Milli duyguları kışkırtma farkettim.


-Doğru tahmin etmişsiniz. Bizim basında
konuşulmasını istedğimiz bazı konuları da sizin sayenizde gündeme getirmek
istiyorduk. Bunun için bazı yazarlarla anlaşmalarımız da oluyor
ama zamanla farkedildiği için ve/veya farkedilme korkusuyla istediğimiz
gibi keskin yazamıyorlardı. Siz ise hem son yazınızla gündem oluşturdunuz,
hem de ana yönlendirmeye gerek kalmadan, zaten öfkeli bir Milli duygu ile
vatanın, milletin aleyhine gördüklerinizi yazacak kıvamdaydınız.


-Şimdi bunları söylemeniz beni yeni
kuşkulara itiyor. Net soruyorum; Neden ?


-İstihbarat teşkilatlarında karmaşık bir
yapı vardır. Yukarlardan gelen emirleri fala kaşıyamazsınız, emri ilk
verene ulaşamazsınız.


-Evet.


-Yani beni de aşan yeni bir emir var.


-Zamanı hemen değil demiştiniz.


-Önce hedef saptırmak isteyecekler.
Birşeyler yazmanızı bekleyecek, yönlendirecek o da olmazsa sizin adınıza
kendileri yazacaklar.


Sami, huzursuzca sordu;


-Beni koruyamaz mısınız ?


-İlişkiler çok karışık, benim yanımda
çalışan arkadaşıma dahi benim aleyhime emir gitti. Görevi tamamlamazsam...


-Beni öldürmezseniz !


-... o tamamlayacak. 


-Birşeyler yapamaz mıyım?


-Gazete büyük bir güç ve patronlarınıza
emir gitti, yazdıklarınız engellenmeyecek.


 -Tabi, sizin bu günkü dolduruşlarınıza,
yönlendirmelerinize göre yazacağım tahmin edildiği için.


-Evet ama siz yazarlık gücünüze göre bir
çözüm bulabilir misiniz bilmem. Neyse size bazı kaynak bilgileri faxlamak
istiyordum. hemen bir fax numarası verir misiniz?


-Tabi, şu anda bulunduğum yerde bir dükkan
var. Bir dakika bekleyin.


Sami, dükkanın fax numarasını Hulusi beye
iletti. O da başka bir dükkandan faxladı, sonra arabasının yanına geldi.


-Aldınız sanırım faxları?


-Evet aldım.


-Gönderdiğim belgelerde işinize
yarayabilir noktalar var. Bizde ABD aleyhine yazı yazmak kolay değildir
ama bilginiz olsun. (
http://www.haber10.com/makale/9004/
 ) . ABD'nin Irak'ta uygulamaya
çalıştığı, petrol bölgelerini küçük ülkelere böl ve kolayca yönet(sömür)
politikasının yeni olmadığını gösteriyor. Amerika'nın petrol zenginliğine
sahip bölgelere egemen olma politikasının çizgileri daha yüzyılın ilk
çeyreğinde belirlenmiş. Biz Ermenileri bize karşı Rusya,İngiltere ve
fransa kışkırttı sanıyorduk. Fakat İngiliz arşivleri açılmaya başlayınca
gördük ki, dost görünen ABD'de o zamanlardan başlamış kuyumuzu kazmaya.
Türkçe'ye i "İngiliz Belgeleriyle Türkiye" diye çevrilecek bir kitapta, 
I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin Amerikalılar'ca nasıl desteklenip
kışkırtıldıklarını gösteren belgeleri yayınlamışlar.


Bir sessizlik oldu. Sami;


-Aloo... alo !..


Bir fısıltı geldi;


-Bir dakika, arabama alıcı yerleştirilmiş
sanırım.


-Tamam, bekliyorum.


Kısa bir sessizlikten sonra bir patlama
sesi ve derin sessizlik.


***                           
***                            ***                           
***                            ***


Sami, Hulusi beyle son konuşmasından beri
kalabalık yerlerde dolaşıyor ve sürekli bir kuşku içinde çevresine
bakıyordu. Hulusi beyin bile öldürülmesi, ne kadar tehlikede olduğunu
gösteriyordu. İnternet kafelerde köşe yazsını yazıp, gazeteye de baskıya
yakın zamanda gidiyordu. İlk iki gün suya sabuna dokunmayan yazılar
yazdı, eski yazılarından derlemeler, önceden gelen okuyucu yorumlarına
cevaplar yazdı ama peşinde dolaşan, baktığında saklanmaya çalışan
adamlardan bir türlü kurtulamadı.


Kendi ülkesinde, kendi ülkesi lehinde
yazılar yazıp takip edilmek, korunmamak zoruna gidiyordu. Dalgınlıkla bir
sokağa girdi. Yaptığı hatayı çabuk  farketti, peşinden hemen bir adam
girmişti. Geri dönme imkanı yoktu. Önce adımlarını hızlandırmayı düşündü
ama vazgeçti. o hızlanmaya çalışırken adam mesafeyi kafatabilirdi. Hiç
vakit kaybetmeden koşmaya başladı.


Ne kadar koştuğunu bilmiyordu ama
kurtulmuştu, en azından şimdilik.


 ***                           
***                            ***                           
***                            ***


Birden kararını verdi, "Ölüm gelecekse
boşa gelmesin!" Gazeteye vardı, bitkin hali yaz işleri müdürünün dikkatini
çekmişti ama onu görünce hemen uzaklaştı. "O da emir almış" diye düşündü.
"Madem ki, beni öldürmek için bir yazımı bekliyorlar, yazalım o zaman."
Yazıyı teslim etmesine az vakit kalmıştı. Bilgisayarını açtı ve yazmaya
başladı;


 


" Yıl 2007, Türkiye'nin sahte dostlarının
maskeleri bir bir iniyor. Rusya'nın zayıflamasından sonra ABD Türkiye'yi
dostu, ön cephesi olarak görmekten vazgeçmişti. Petrol bölgelerini ele
geçirmek üzere için yeni müttefiki olarak seçtiği Peşmergeleri kullanmaya
başlamıştı artık." 


  -- Devamı Var --


 


Şair -yazar : Ahmet Ünal ÇAM

Yorumlar