Sami, Jack'ten öğrendiklerini kolay okunur bir öykü formatına sokup 
      gazetesindeki köşesinde yayınlamıştı. Şimdi, biraz da endişeyle tepkileri 
      bekliyordu. Sabahın erken saati olduğu halde fazla beklemedi, kapıdan asık 
      bir suratla yazı işleri müdürü girdi; 
    -Sami bey aslında ben sizinle konuşmak istiyordum ama yazınızın 
      etkisi sanırım beni de aşacak ki, patron doğrudan aradı ve sizinle 
      konuşmak istiyor. Benim odamdan arayın. 
    Sami, yazdıklarının arkasında da olsa, başını epey ağrıtacak bir 
      aşamanın başlayacağını biliyordu. Ayağa kalktı; 
-Şimdi burdan ararım müdür bey.
    -Anlamadınız sanırım, benim odamdan ve dinlemeye karşı parazit 
      korumalı olduğundan kırmızı telefonla aramanız gerekiyor.   
    Sami, olur manasında başını salladı. Odadan çıkmadan masasına 'veda 
      eder gibi' baktı. Koridor boyunca, yazı işleri müdürü kırgın/kızıgın bir 
      sesle konuştu durdu. Dalgın olan Sami bazı sözleri duyabiliyordu; 
     -Sami bey, sizden böyle bir yazı beklemezdim. Neresini 
      eleştireceğimi şaşırdım. Sizin gibi aydın birinden hiç beklemediğim 
      şeyler. Açıkcası, size güvendiğim ve yazılarınızı denetim dışı tuttuğum 
      için kendimi suçlu hissediyorum. Fransız kolejlerinde yetişmiş, 
      Üniversitede Fransızca öğretmeni olmuş, aydın biri olarak gördüğüm siz..., 
      siz... 
     -Sami, cevap vermesinin boş olduğunu düşündü. Çünkü müdürün 
      sözlerinden net bir eleştiri yoktu. İçi boş cümlelere cevap vermek, uzun 
      süredir kendisine ağır geliyordu. Hem, patron aradığına göre, patronla 
      görüşmesi gazetedeki konumunu netleştirecekti zaten. 
     Müdürün, yazılanları yorumlamak/eleştirmekten çok, kendi görevinin 
      sallantıda olmasından, hatta işinden olmaktan korktuğunu anlıyordu. Müdür 
      söylenerek telefonun başına geçti, numarayı çevirdi. 
-Evet efendim, yanımda şu anda. Tamam efendim.
     Endişeli bakışlarla telefonu uzattı "Özür dile, düzelteceğiz de"
      
-Buyrun Aydın bey.
     -Sami bey, sizin yazılarınız bizim için guru kaynağıydı, 
      gazetemizin batıya bakan yüzünü temsil ediyordu. 
     Sami, lafın nereye gideceğini anladığı halde "-Teşekkür ederim." 
      dedi. Patron, ses tonunu sertleştirerek devam etti; 
-Fakat bu son yazınız, herşeyi yıktı.
-Ben, yanlış bir şey yazdığımı sanmıyorum.
     -Sami bey, biz ticari bir kuruluşuz, unutmayınız. Bu son 
      yazdığınız yazı, bize reklam veren kuruluşların çoğunun hoşuna gidecek bir 
      yazı değil, bu 1. Ayrıca, özellikle Avrupa ülkelerinin ve ABD'nin aleyhine 
      yazdığınız noktalar bizi sıkıntıya sokacaktır 2, başörtüsü gericilerin 
      simgesiyken, hatta siz de bu konuda modern, Avrupai yorumlar yazmışken, 
      birden bire "Kurtuluş Savaşında'ki başörülüler' , 'Sütçü İmam' filan 
      demeniz kendi silahımızla, kendimize ateş açmaktır 3. 
-Yazdıklarımda doğru olmayan nedir ?
     -Bakın, sizi sevdiğim için bir kalemde silip atmıyorum, 
      eleştirilere gögüz germek, bir dahaki yazılarınızda ortamı 
      yumuşatacağınıza inanmak istiyorum ki, bu nedenle bu sorunuza cevap 
      vereyim; İngilizlerin meşhur bir sözü vardır; "İngiltere'nin dostları 
      değil, menfaatleri vardır" demişler. Bizim de haklılık aramamız yeterli 
      değil. Güçlü olanlar var ve onların beğenmediği söylemleri savunursak, ne 
      olduğumuzu anlamadan kendimizi bir sürü suçlamayla mahkemelerde buluruz.
      
     -Aydın bey, sizin için ticaret önce gelebilir ama ben böyle 
      düşünmek zorunda değilim. Öğretmen ve gazeteci kimliğimle, inandıklarımı 
      yazmamdır benim için önemli olan. 
     -Biz de vatan haini değiliz herhalde Sami bey ama günümüz 
      şartlarında aklımızdan her geçeni söylemek yetkimiz de yok. Unutmayın ki 
      artık dünya global bir köy haline geldi. Bizim gibi çok satan bir 
      gazetenin atacağı bir yanlış adım da, ülkemizi Fransa ile, ABD ile ters 
      düşürebilir. Açıkcası bu konuda beni arayıp, 'yazınızı düzeltin' diye 
      şimdilik kibarca uyarılar gelmeye başladı. Ben de, yarınki gazetemizde 
      düzelteceğimize dair güvence verdim. 
    -Aydın bey, inanın ki bu yazı bir anlık öfkeyle yazdığım bir yazı 
      değil. Her ne kadar olanlar yaşanmış olsa da,  daha önce üstün kör 
      baktığım konuları tekrar ve ayrıntılarıyla inceledim. ABD'nin terör 
      örgütlerini desteklediğini filan yazdım diye çekiniyorsanız, çekinmeyin 
      çünkü doğru, Fransa'dan çekiniyorsanız, çekinmeyin çünkü onlar da bize 
      Ermeni katliamı yalanınıyla baskı yaparken, Cezayir'de, Ruanda'da 
      yaptıkları katliamları kanı hala ellerinde. Bize düşman olurlar diye 
      çekiniyorsanız, merak etmeyin zaten düşmanlar. Yıllardır Avrupa Birliği 
      mücadelemizde ne kadar dost olduklarını gördük. 
     Sami'nin heyacanlı konuşurken, artık öfkeli, bağırır gibi 
      konuşması, yazı işleri müdürü Hakan beyi telaşlandırmıştı. Karşısına 
      geçmiş, sakin olmasını işaret edip duruyordu. 
Aydın, ses tonunu değiştirdi. Yorgun bir sesle;
     -Sami bey, yazdıklarınızın hangi mecralara uzanacağını yeterince 
      hesaplayamıyorsunuz sanırım. Bu ülkede oturmuş bir düzen var ve 
      resmi/gayri resmi bazı kuruluşlar var. Bu ülkede gazeteci ölümleri var.
      
-Bu bir tehdit mi ?
     -Evet, bu bir tehdit ama kesinlikle benden değil Sami bey. 
      Telefonumuz dinlenemediği için samimi söylüyorum, bana değişik yerlerden 
      uyarılar geldi ve bazı uyarılar beni gazetem için olduğu kadar sizin için 
      de endişeye sevketti. 
     -Gazeteciler tehditle yazı yazacaksa...(hafif bir sesle de olsa, 
      Aydın beyin acı acı güldüğünü duydu) niçin güldünüz ? 
     -Tehditle dediniz, oysa tamamen ısmarlama yazan 'BÜYÜK' 
      yazarlarımız var. 
-??
     -Neyse Sami bey, beni arayan bazı önemli kişiler, takma isminiz 
      yerine gerçek isminizi de istedi. Ben, medyadaki gücümü kullanarak, size 
      ulaşmalarını geçici olarak engelledim, süre istedim. Önce sizinle konuşmak 
      için vakit kazanmaya çalıştım. Sonuçta sizinle görüşmek isteyenler vardı. 
      Ve sizin için akşama bir toplantı ayarladım. Güvenliğinizden emin olmak 
      için ben de katılacağımı söyledim, biraz nazlansalar da sorun 
      çıkarmadılar. Sanırım şimdilik bir araştırma niyetindeler sadece. 
     Sami, böyle birşeyi bekliyormuş gibi 'Olur' dedi sadece. Aydın, 
      biraz da koruma iç güdüsüyle; 
     -Öldürülen gazeteciler mevzunu aklından çıkarma, pek sivrilme. Şu 
      anda birşey yapmasalar da, başka bir konuyla ilgili görünmesini 
      sağlayacak, hedef saptıracak bir ortam bulduklarında... 
-Uğur Mumcu gibi mi !
-... gerçekten araştırmalara başlamışsın sanırım.
     -Siz daha iyi bilirsiniz eminim ama gördüğüm kadarıyla Uğur Mumcu, 
      dinciler tarafından değil de, terör örgütlerinin ticari bağlantılarını 
      araştırırken, güçlü kişilere ulaştığını keşfedince, hatta bağlantıların 
      taa.... 
     -Yeterli Sami bey, telefonumuz dinlenmiyor diyorum ama teknolojisi 
      bizden iyi olup, bizim tedbirlerimizi aşanlar olabilir. Ben ise yaşlı ve 
      huzur arayan bir insanım, kahraman değil. 
     -Herkes kendi huzurunu ararsa, birlik içinde güç olunmazsa, Arap 
      ülkelerine dönmez miyiz ? 
-Yani ?
     -Arapları küçük ülkeler bölüp, kimisini yokluğa mahkum 
      ettiklerini, kimi küçücük devletleri de daha kolay sömürmek için zengin 
      petrol kuyularına yerleştirdiklerini biliyorsunuzdur. Onları bekçi gibi 
      kullanan -zengi bekçi- yapan batılılar da, korkunç petrol anlaşmalarıyla 
      sömürmeye devam edip duruyorlar. 
- !!
     -Zenginliğiyle meşhur Brunei sultanı, bir Suudi Arabistan kralı 
      bağımsız olduklarını söyleseler kaç yazar ki ! 
Aydın beyin yorgun bir sesle;
-Akşam görüşürüz Sami bey.
-Tamam, görüşürüz.
     Sami telefonu kapatırken, alnı ter içinde, ezik bir halde 
      koltuğuna gömülmüş yazı işleri müdürü Hakan beye baktı, gülümsedi; 
-Müsadenizle, yarın ki yazımı yetiştirmem lazım.
     Yazısını akşam, geç saatte telim ediyordu ama Hakan beyi yüzünde 
      beliren korku hoşuna gitmişti. 
*** ***
     Hava kararmaya başlamıştı, kapı çalınınca,  taslağını hazırladığı 
      köşe yazısını kaydedip, bilgisayar ekrarnını kapattı. Gelen Hakan beydi;
      
-Sizi almak için gelen araba aşağıdaymış.
    Sami, "-Hemen iniyorum" deyip, küçük bir dosya elinde, kapıya 
      yöneldi. Hakan beyin, umut verici, yatıştırıcı bir cümle beklediğini 
      görmemezlikten geldi. Asansörden inip, dışarı çıktığında, siyah 
      camlarından içi görünmeyen arabayı gördü. Kapıcı, çekinerek sordu; 
      "-Patron ilk defa gazeteye geliyor ve sizi almaya geliyor Sami bey. 
      Hayırdır ?" Sami sadece gülümsedi, yürüdü. Patronla karşılaşacağını 
      sandığı araba boştu. Şöföre sormaya gerek duymadı, anlaşılan patron 
      arabayı göndermiş, kendisi toplantı yerinde bekliyordu. 
     Şöför yol boyu ne konuşmuş, ne bir çift laf etmişti. Sami, şöförle 
      aralarındaki cam perdeyi inceliyordu, "Ne kadar sağlam görünüyor!" diye 
      mırıldandı. Camın sağlamlığını incelerken, araba birden ana yoldan orman 
      yoluna sapınca içine bir korkunun yayıldığını hissetti. Daha önce bu tür 
      arabaları duymuştu, arka tarafta içerden kapıları açamayan, tenha bir yere 
      götürülüp tek kurşunla susturulan adamları. Sakinliğini korumaya çalıştı, 
      hemen yolu inceledi. İlerdeki dönemeçe umutla baktı, içinden düşündü, "Tık 
      sesi gelmedi, şöför arka kapıları kitlemeyi unutmuş olabilir. Dönemeçte 
      hızı azalınca atlamam gerek". Eli kapının kolunda, yüzüne sakin bir ifade 
      vermeye çalışarak uygun zamanı beklemeye başladı. "Patron uyarmıştı oysa, 
      bir de akıllı geçiniyorum". 
     Araba dönemeçe yaklaştığında yavaşladı, kapıyı hızla açtı ama 
      dönemeçte gördükleri onu duraklattı. "Beni öldürmeyi planlasalar, patron 
      burda olmazdı". 
     Hareket halindeyken, arka kapının açılma sesini duyan şöför, acı 
      bir fren yaptı; "Ne yapıyorsunuz, henüz araba durmadı ki ! " . Sami; "Özür 
      dilerim, dalmışım" deyip arabadan indi. 
     Patronunun yanında, gizli teşkilatların göstergesi siyah giysili, 
      ciddi adamlar bekliyordu. üstelik bunların, çelik gibi pazulu, tabanca, 
      bıçak gibi ölümcül silahlarla hazır olmasını bekliyordu. Gülümsedi, bu 
      gülümsemesinin sebebinin , beklediği tipte adamlar olmaması mı, yoksa 
      babacan bakışlarla kendisine gülümseyen, sevimli, orta yaşlı adam mı 
      olduğuna karar veremedi. Elini sıktı. 
-Hoşgeldiniz Sami bey.
    Patronu ciddiyetini koruyordu. Ormanın içindeki villaya doğru 
      yürüdüler. Patronun 'hoşgeldin' demyişi de, sevimli amcanın kendisini 
      tanıtmayışı da, huzursuzluğunun geçmesine engel oluyordu.  
     İçeri geçtikten sonra, konuya nasıl girildiğini bile anlamadan 
      kendisii bir tür sorgunun içinde buluvermişti Sami. Patronunun, "Beyfendi, 
      devletten" sözüne daha açıklayıcı bir cevap isteyecekti, vazgeçti. Sonuçta 
      çok gizli bir şey bilmiyor, elinde önemli bilgiler saklamıyordu. Köşe 
      yazılarıma eklemekten çekinmeyeceğim bir bilgiyi, burda paylaşmamamın da 
      bir sakıncası olamaz" diye kendini rahatlattı. 
-Sami bey, ben Hulisi. Yazınızı okuduk.
     Sami, "Hah.. tamam Hulisi Kentmen diye aklımda kalır" diye 
      düşündü, ciddiyetini korumaya çalıştı. Adam devam ediyordu; 
-... bazı konularda sizinle sohbet etmek istiyoruz.
-Sorgulama değil yani.
     Patronunun kaşlarının çatıldığını yan gözle farketti. Diğer adam 
      sevimliliğni bırakmak niyetinde değildi; 
-Hayır Sami bey, (gülümsedi) işkence 
      aşamasına henüz var. Neyse, öncelikli şunu sorayım, bunları gerçekten 
      yaşadınız mı? 
-Evet ama çoğu gizli bilgi değilmiş zaten.
      
-Gizli değil ama ön plana çıkarılmayan, 
      gündeme getirilmeyen/getirtilmeyen konuları işlemişsiniz yazınızda. 
-Öykümde
-Sırf öykü olarak görülse, fazla ses 
      getirmezdi ama güncel konulara değinmişsiniz ve bunu az satan gazetelerde 
      yazılsaydı yine ses getirmezdi, oysa sizin gazeteniz, Aydın beyin gazetesi 
      tirajı da, etkisi de yüksek bir gazete. 
-Yani az satan bir gazetede çıksa bu kadar 
      sorun olmaz mıydı ! 
-Kesinlikle. Duydunuz mu bilmem, ‘Her 
      doğru her yerde söylenmez’ derler. Bir sözün söylenmesi için, doğru olması 
      yetmez, sonuçları önemlidir. 
-Bunun sonucu kötü mü?
-Kötü olmasını engellemeye çalışacağız. 
      Şunu bilmenizi isteriz ki, en azından ben yazdıklarınızın çoğunun 
      doğruluğunu biliyorum, saygı duyuyorum. Ama bazı görünmez güç ilişkileri 
      ve görünmez mücadeleler var ülkemizde. Hatta bazı ülkeler, kendi 
      aralarındaki çatışmaları bile ülkemizde yapacak kadar pervasız. 
-İran’lı bilim adamının İstanbul’da 
      kaybolması gibi mi. 
-Onun gibi, İsrail’in ülkemiz üzerinden 
      Suriye’ye saldırmaya kalkması gibi, hatta İran’ın nükleer tesislerini 
      vurmayı palnlaması gibi. 
-Şaka yapıyorsunuz sanırım.
-Maalesef ciddiyim. Bu kadar büyük 
      planların yapıldığı bir ortamda, ne biz sizi koruyabiliriz ne de ölümünüze 
      aldıran olur. 
-Bu bilgileri niçin benle paylaşıyorsunuz.
      
-Birincisi, konuyla ilgili herkes bunları 
      biliyor, hatta bazı gazeteciler köşe yazılarında değindiler. İkincisi 
      büyük devletlerin desteklediği terör örgütlerinin gözünü kan bürüdü, 
      sivilleri de kapsayan büyük eylemlere hazırlanıyor. 
-Bana düşeni anlamadım.
-Siz de suç unsuru olmadığına, sizi 
      tutuklayarak engeleyemeyeceğimize göre, açıklamamız gereken şu ki;  
      Yazacaklarınız terör örgütlerini veya onu kullanan dış güçleri 
      tetikleyebilir. 
-Bil ve sus.
-Çok güzel özetlediniz.
-Madem bilmem faydalı olacak, anlatmaya 
      devam edin. 
-Neyi merak ediyorsunuz?
Sami odada bir köşede ilgisiz gibi oturan 
      iki elemana göz ucuyla baktıktan sonra; 
-Mesela, nükleer savaş ihtimali bana pek 
      inandırıcı gelmedi. 
-Evet bazı şeyler başta inandırıcı gelmez. 
      İşgalinden de önce bir gazeteci Irak'ın üçe bölünmek istendiğini yazmıştı, 
      kimse ciddiye almamıştı ama gidişat ortada. Neyse gelelim nükleer sava 
      ihtimaline, 6-Eylül-2007'de İsrail uçaklarının bizim sınırlarımıza uçak 
      yakıt tankı düşürmesi, yani hava sahamızı işgalinin ortaya çıkması ve buna 
      savunma yapmaya bile tenezzül etmemesi, basamaklardan sadece biriydi. 
      İsrail, havada yakıt nakli yoluyla uçaklarını uzun menzilli kullanma 
      denemesi yapıyordu. (http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=7164&y=IbrahimKaragul) 
       Suriye’de birkaç eylemden sonra İran’a karşı uygulamaya karar 
      verilecekti. Bu eylemde Türkiye’nin desteği olmaması, Suriye’ye dostane 
      açıklamalar etkisini gösterdi (Aydın beye sitemli bir bakış atarak) 
      gazetelerimizde yer almasa da Suriye yönetimi Yıllardır iyi ilişkiler 
      içinde olduğu Yunanistan’ın tepkisine rağmen,KKTC ile feribot seferleri 
      başlattı. Neyse KKTC için çok önemli olsa da asıl konumuz başka, 
      6-Eylül’de israil’in hava sahamızı işgal ettiği gün, ABD’de ağır 
      silahlarla bir B-52 uçağı havalanmaya hazırlanıyordu, üstelik asıl yükü 
      nükleer bir bombaydı. 
-Bunu nerden bilebilirsiniz ki ?
-Öncelikle Aydın beyden bize müsade 
      etmesini istiyorum. Aslında çok gizli bilgilere değinmesek de, bu 
      toplantıda olduğunun bilinmesi kayıt altına alınabilir, Sami beyi takip 
      eden birimlerin raporuna ismi girebilir. 
Aydın bey, ayağa kalkarken sordu;
-Kimler kayıt altına alacak ki ?
-İstihbarat birimlerinde 'doruluğu bir kaç 
      yoldan teyit ettirme' vardır. Yani bana soracakları soruları, ayrıntıları, 
      benimle birlikte bulunan elemanlara da teyit ettiriler. Konuşmanın başında 
      odadan ayrıldığınızı arkadaşların görmesi, sizin için daha hayırlı olur. 
      Merak etmeyin, Sami beye dönüş bir araç temin edeceğim. 
Aydın bey, odadan çıkarken Sami'ye dönerek 
      devam etti; 
-ABD farklı bir devlettir, bazen kimseye 
      duyurmadan büyük harekatlar yaparlar, bazen de bir B-52’nin havalanması 
      gazetecilere ulaşıp, engellenir. Yani ABD gazetelerine bu bilgi sızınca, 
      belki de emrivakiyle başlatılacak bir nükleer savaş durmuş oldu. 
-Bu devride bir nükleer savaşa kim cesaret 
      edebilir ki ! 
-Savaş ABD’de veya Avrupa’da olmayacaktı 
      ki ses getirsin. İsrail’le İran arasında gibi gösterilip, savaş alanı 
      olarak da ortadoğu, kısmen de Türkiye seçilmiş olacaktı. 
-Nükleer savaş ihtimali bile korkutuyor 
      ama öncelikle şunu sorayım, İsrail’in yakıt tankı Türkiye’ye düşmüştü ama 
      uçağın Suriye topraklarına bomba attığını okumuştum. Suriye niçin tepki 
      vermedi. 
-Beklenen buydu zaten, Suriye’nin İsrail’e 
      saldırması. Bu Lübnan’da da denendi olmadı, şimdi de İsrail uçağının bomba 
      atmasıyla denendi. ABD askeri gücünün Suriye’ye karşı kullanılması için 
      haklı sebep/en azından kendi kamuoyunu susturacak bir sebep arıyor. Suriye 
      yönetimi de, bu tuzağı farkedip, çaresiz sustu. 
 -Bu arada Türkiye’yi hesaba katan yok.
      
-Türkiye’den aykırı ses yükselirse diye 
      her zaman tedbirleri vardır. 'Emniyet güçlerimiz c3 ve c4’ ler ele 
      geçirdi' diye bir haber gözünüze takıldı mı bilmem. 
-Görmüş ve sevinmiştim.
-İşte bizim, sizin kadar sevinememizin 
      sebebi de şu, " Biz bombaların hepsini yakalayabildik mi! Yoksa günü 
      geldiğinde Türkiye'yi cezalandırmak için bir yerde depolanmış mı ? " . ABD 
      ısrarla bizi terör örgütüyle anlaşma yapmaya, af çıkarmaya zorluyor. Bunu 
      bizi veya onları sevdiğinden çok, İran’a karşı kullanacağı teröristlere 
      destek için istiyor. Biliyorsunuz, batı için kötü terörist vardır, bir de 
      işlerine yarayan cici terörist vardır. Yani, bizi yola getirmek için 
      birkaç  Irak’ta kaybolan ve Türkiye’ye sokulduğu düşünülen bombaların, 
      Türkiye’nin kalabalık şehirlerinde ortaya çıkarılmasından korkuyoruz. 
      Ortaya çıktığında, bunları ABD ve İsrail’in Irak üzerinden Türkiye’ye 
      getirdiğini de bilsek de ispatlayamayız, taşeronlar var. 
-Bunlar oldukça ciddi konular ama daha çok 
      emniyet güçlerini ilgilendirir. Ben başka bir konuda da sormak istiyorum. 
      Ülke olarak bize karşı yapılan suçlamalara, engellemelere veya terörü 
      destekleyen ülkelere niye yeterli cevabı vermiyoruz? Eminim bilginiz 
      vardır. 
-Hangi konuda, terör mü öncelikli 
      soruyorsunuz ? 
-Teröristleri İran'a karşı kullanmak için 
      bizi önemsemediklerini söylemiştiniz. Ermeni tasarıları konusunda da ciddi 
      bir adım göremedim. 
-Aslında ele aldığınız konularda ve ilgili 
      ülkelerle ilginç bir bağlantı var. Bizim hayrımız dokunan her ülke, her 
      millet şimdi bize çelme takıyor. 
-Nasıl ? Anlayamadım.
-Ermenilerle tarihten gelen bir 
      dostluğumuz vardı. En rahat, huzurlu, güvenli tarih süreçlerini Türk 
      ülkelerinde gerçekten dostane yşadılar. Hatta Osmanlı da onlara 'Emin' 
      payesi verilmişti. Sanatta, doktorlukta önde geliyorlardı. Ta ki, Rusya ve 
      İngilterenin kışkırtmasıyla, silah vermesiyle çeteler oluşturup, batıda 
      savaş halindeki Osman'lıyı doğuda, zayıf noktalarında vurmaya kalkmalarına 
      kadar sürdü bu güzel ilişkiler. Eğer Ermeniler kışkırtmalara kapılmasaydı, 
      Türk köylerine saldırılar yapmasalardı, hala en güvenilir dostumuz olarak 
      anacaktık. Maalesef olmadı ki, halâ batının kışkırtmlarıyla, zorunlu göç 
      olayını, soykırım diye göstermeye çalışıyorla. 
-Evet, başka hangi dostlarımız çelme 
      takmaya başladı. 
-Atalarını İspanya'da katliamdan 
      kurtardığımız İsrail, şimdi bizim aleyhimize işler çeviriyor. Saddam'ın 
      katliamından kurtardığımız Peşmergeler, askerlerimize tuzak kuruyor. 
      Kore'de, Çin askerlerinin kuşattığı, imha edilmek üzere olan ABD ordusunu 
      da, Türk birlikleri mucizevi bir başarıyla kurtarmıştı. ABD ordu komutanı 
      en büyük kahramanlık nişanlarını Türk birliğine vermiş, teşekkür etmişti. 
      Şimdi bizim insanlarımızı öldüren teröristlerde ABD silahları çıkıyor. 
      
- Bir şairin dediği gibi
      " Kime hayrım olduysa, gördüm 
      ihanetini "  
Hulusi bey, bir an dalgınca öne egdi, arka 
      tarafta oturan adamın farketmemesine çalışarak fısıldadı; 
-Başka tarafa bak, 05??6874712 bir sokak 
      telefonundan bunu ara. 
Sonra konuşmaya kaldığı yerden devam 
      ediyormuş gibi; 
-Sami bey, olayların ciddiyetini anladınız 
      sanırım. Evet sizden ricamız, ülkemiz aleyhine dönebilecek böyle önemli 
      konularda yazmamanız. Herşey bir kelebek etkisiyle çoğalabilir. 
-Benim önemsiz, dikkat çekmeyen yazılarım 
      bile bir şeyleri tetikleyebilir. 
Hulusi beyin dudaklarında acı bir 
      gülümseme dolaştı, yine kimseye belli etmemeye çalışarak fısıldadı; 
-Merak etme, bizim aydınlarımız kolay 
      uyanmaz. 
-Teşekkür ediyorum uyarılarınız için, 
      dikkat edeceğim. 
- Arkadaşlar sizi istediğiniz yere kadar 
      bırakacaklar. 
Vedalaştıktan sonra Sami çıkınca,Hulusi 
      bey rapor vermek için cep telefonundan bir numarayı çevirdi. 
-Görev tamamlandı, yazar Sami ile iribat 
      kuruldu ve yönlendirme yapıldı. 
-Yönlendirme en son ihtimaldi. Niçin 
      öncelik verdiniz ? 
-Kendisi vatansever birisi, 
      öldürmek gerekmeyebileceği gibi, bizim basında gündeme gelmesini 
      istediğimiz konuları da aktardım. Tabi kuşkulanmaması için, yazmamasını 
      da rica ederek. Vatanseverliği ağır basıp yazacağına eminim. 
-Bir şekilde ölüm emrini vermişsin zaten. 
      Sadece öldüren bizimkiler olmayacak. 
-Koruma vermemiz gerekecek sanırım.
-Hayır, senden sonra başka gelişmeler 
      oldu. Devreye başkaları girdi, üstelik öfkeli ve gözü kararmış halde. 
      Bizim Kuzey Irak'ta yakalanan, Guantomo'ya götürülen üç ajanımızın teslimi 
      için Sami'yi teslim etmemizi şart koştular. 
Hulusi bey, telaşlandı;
-Umarım reddetmişsinizdir.
-Reddetme imkanımız yoktu. İyi niyet 
      göstergesi olarak, casuslarımızı yakaladıklarını bile açıklamamışlar, 
      gizlice bize iletmişlerdi hatırlarsan. 
-Bir vatanseverin teslim edilmesine izin 
      veremem. 
-Bunu bize sormuyorlar bile, emir geldi. 
      Yabancı ülkeler bastırmasa bile, Türkiye'de de onu seven pek yok, iç 
      siyaset konusunda yazdıkları da bazı güçlü kişileri kızdırmış. Bir 
      kaybımız olmayacak zaten, sadece ölümünü süslememiz gerek. 
Hulusi bey, cevabı tahmin ettiği 
      halde, sıkıntılıca sordu; 
-Nasıl ?
-Hedef saptırmak için birşeyler yapmamız 
      gerekecek sadece. Mesela onun adına bir yazı yayınlatalım, bir örgüt 
      aleyhine filan cümleler olsun, sonra  bir tenhada öldürüp, o örgüte aitmiş 
      gibi bildiri yayınlatalım. 
Hulusi bey, yorgunca "Tamam" dedi. 
      karşıdan soru geldi; 
-Bu operasyondaki adın Hulusi miydi ?
-Evet...
-Yardımcının adı da Şevket !
-Evet.
-Şevket'i telefona verir misin?
Hulusi bey, telefonu arkadaşına uztıp, 
      biraz uzaklaştı. Konuşulanları duymasına gerek yoktu. Bu tür olayları daha 
      önce de yaşamıştı. Eğer kararsız kalırsa veya emredilecek zamanda Sami'yi 
      vurmaktan vazgeçerse, arkadaşı yedek olacak ve Sami'yi öldürecekti. 
***
Hulusi bey, raporlarını verdikten sonra 
      arabasıyla eve doğru yola çıkmıştı. Bir süre önce başkası adına aldığı ve 
      kullanmadığı telefonu açtı. Bir kaç dakika sonra telefon çalmaya başladı. 
      Parlak ay ışığında caddeden kenara doğru süzüldü, arabayı, bir ağacın loş 
      gölgesine çekti. Arabadan inip telefonu açtı; 
-Alo!
-Ben Sami.
-Merhaba Sami bey, nasılsınız?
-Teşekkür ederim, buyrun.
-Sami bey, biliyorsunuz ki, istihbarat 
      kuruluşları bile tek görüşteki insanlardan oluşmaz. 
-Hımm ?
-Bizde de, size karşı farklı görüşler, 
      yaptırımlar... 
-Cezalar...
-Kullanmak istemediğim kelime o değildi, 
      maalesef daha da kötüsü. Anladığınız gibi size yönelen bir tehdit var. 
      Zamanı hemen değil, önce... 
-Yine soruyorum niçin bana anlatıyorsunuz, 
      bu da önceki konuşmanız gibi bir yönlendirme mi? 
-Öncekinin yönlendirme lduğunu anladınız 
      demek. 
-Hiç bir insan durup dururken, 'baksana 
      birşey söyleyeceğim, kimseye söyleme' demez. Bu günkü konuşmalarımızda 
      bir, Milli duyguları kışkırtma farkettim. 
-Doğru tahmin etmişsiniz. Bizim basında 
      konuşulmasını istedğimiz bazı konuları da sizin sayenizde gündeme getirmek 
      istiyorduk. Bunun için bazı yazarlarla anlaşmalarımız da oluyor 
      ama zamanla farkedildiği için ve/veya farkedilme korkusuyla istediğimiz 
      gibi keskin yazamıyorlardı. Siz ise hem son yazınızla gündem oluşturdunuz, 
      hem de ana yönlendirmeye gerek kalmadan, zaten öfkeli bir Milli duygu ile 
      vatanın, milletin aleyhine gördüklerinizi yazacak kıvamdaydınız. 
-Şimdi bunları söylemeniz beni yeni 
      kuşkulara itiyor. Net soruyorum; Neden ? 
-İstihbarat teşkilatlarında karmaşık bir 
      yapı vardır. Yukarlardan gelen emirleri fala kaşıyamazsınız, emri ilk 
      verene ulaşamazsınız. 
-Evet.
-Yani beni de aşan yeni bir emir var.
-Zamanı hemen değil demiştiniz.
-Önce hedef saptırmak isteyecekler. 
      Birşeyler yazmanızı bekleyecek, yönlendirecek o da olmazsa sizin adınıza 
      kendileri yazacaklar. 
Sami, huzursuzca sordu;
-Beni koruyamaz mısınız ?
-İlişkiler çok karışık, benim yanımda 
      çalışan arkadaşıma dahi benim aleyhime emir gitti. Görevi tamamlamazsam...
      
-Beni öldürmezseniz !
-... o tamamlayacak.
-Birşeyler yapamaz mıyım?
-Gazete büyük bir güç ve patronlarınıza 
      emir gitti, yazdıklarınız engellenmeyecek. 
 -Tabi, sizin bu günkü dolduruşlarınıza, 
      yönlendirmelerinize göre yazacağım tahmin edildiği için. 
-Evet ama siz yazarlık gücünüze göre bir 
      çözüm bulabilir misiniz bilmem. Neyse size bazı kaynak bilgileri faxlamak 
      istiyordum. hemen bir fax numarası verir misiniz? 
-Tabi, şu anda bulunduğum yerde bir dükkan 
      var. Bir dakika bekleyin. 
Sami, dükkanın fax numarasını Hulusi beye 
      iletti. O da başka bir dükkandan faxladı, sonra arabasının yanına geldi.
      
-Aldınız sanırım faxları?
-Evet aldım.
-Gönderdiğim belgelerde işinize 
      yarayabilir noktalar var. Bizde ABD aleyhine yazı yazmak kolay değildir 
      ama bilginiz olsun. ( 
      http://www.haber10.com/makale/9004/ ) . ABD'nin Irak'ta uygulamaya 
      çalıştığı, petrol bölgelerini küçük ülkelere böl ve kolayca yönet(sömür) 
      politikasının yeni olmadığını gösteriyor. Amerika'nın petrol zenginliğine 
      sahip bölgelere egemen olma politikasının çizgileri daha yüzyılın ilk 
      çeyreğinde belirlenmiş. Biz Ermenileri bize karşı Rusya,İngiltere ve 
      fransa kışkırttı sanıyorduk. Fakat İngiliz arşivleri açılmaya başlayınca 
      gördük ki, dost görünen ABD'de o zamanlardan başlamış kuyumuzu kazmaya. 
      Türkçe'ye i "İngiliz Belgeleriyle Türkiye" diye çevrilecek bir kitapta,  
      I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin Amerikalılar'ca nasıl desteklenip 
      kışkırtıldıklarını gösteren belgeleri yayınlamışlar. 
Bir sessizlik oldu. Sami;
-Aloo... alo !..
Bir fısıltı geldi;
-Bir dakika, arabama alıcı yerleştirilmiş 
      sanırım. 
-Tamam, bekliyorum.
Kısa bir sessizlikten sonra bir patlama 
      sesi ve derin sessizlik. 
***                            
      ***                            ***                            
      ***                            *** 
Sami, Hulusi beyle son konuşmasından beri 
      kalabalık yerlerde dolaşıyor ve sürekli bir kuşku içinde çevresine 
      bakıyordu. Hulusi beyin bile öldürülmesi, ne kadar tehlikede olduğunu 
      gösteriyordu. İnternet kafelerde köşe yazsını yazıp, gazeteye de baskıya 
      yakın zamanda gidiyordu. İlk iki gün suya sabuna dokunmayan yazılar 
      yazdı, eski yazılarından derlemeler, önceden gelen okuyucu yorumlarına 
      cevaplar yazdı ama peşinde dolaşan, baktığında saklanmaya çalışan 
      adamlardan bir türlü kurtulamadı. 
Kendi ülkesinde, kendi ülkesi lehinde 
      yazılar yazıp takip edilmek, korunmamak zoruna gidiyordu. Dalgınlıkla bir 
      sokağa girdi. Yaptığı hatayı çabuk  farketti, peşinden hemen bir adam 
      girmişti. Geri dönme imkanı yoktu. Önce adımlarını hızlandırmayı düşündü 
      ama vazgeçti. o hızlanmaya çalışırken adam mesafeyi kafatabilirdi. Hiç 
      vakit kaybetmeden koşmaya başladı. 
Ne kadar koştuğunu bilmiyordu ama 
      kurtulmuştu, en azından şimdilik. 
 ***                            
      ***                            ***                            
      ***                            *** 
Birden kararını verdi, "Ölüm gelecekse 
      boşa gelmesin!" Gazeteye vardı, bitkin hali yaz işleri müdürünün dikkatini 
      çekmişti ama onu görünce hemen uzaklaştı. "O da emir almış" diye düşündü. 
      "Madem ki, beni öldürmek için bir yazımı bekliyorlar, yazalım o zaman." 
      Yazıyı teslim etmesine az vakit kalmıştı. Bilgisayarını açtı ve yazmaya 
      başladı; 
" Yıl 2007, Türkiye'nin sahte dostlarının 
      maskeleri bir bir iniyor. Rusya'nın zayıflamasından sonra ABD Türkiye'yi 
      dostu, ön cephesi olarak görmekten vazgeçmişti. Petrol bölgelerini ele 
      geçirmek üzere için yeni müttefiki olarak seçtiği Peşmergeleri kullanmaya 
      başlamıştı artık."  
-- Devamı Var --
Şair -yazar : Ahmet Ünal ÇAM
 
Yorumlar
Yorum Gönder